Tom and Mary aren't quite sure what to make of this.
- Tom ve Mary, bununla ilgili ne yapacaklarından pek emin değildir.
I'm not quite sure what to do.
- Ne yapacağımdan pek emin değilim.
Tom and Mary don't have much in common.
- Tom ve Mary'nin pek çok ortak şeyleri yoktur.
Between you and me, Tom's idea doesn't appeal to me very much.
- Aramızda kalsın, Tom'un fikri bana pek cazip gelmiyor.
All right. I'm leaving.
- Pekala. Şimdi gidiyorum.
All right. I'll translate another fifteen sentences in German, and then leave.
- Pekâlâ. Diğer on beş Almanca cümleyi tercüme edip, ondan sonra ayrılacağım.
If you go to that supermarket, you can buy most things you use in your daily life.
- O süpermarkete giderseniz, günlük hayatta kullandığınız pek çok şeyi satın alabilirsiniz.
Although Go is probably the most popular Japanese game in my country, at most only a few university students know it.
- Go büyük ihtimalle benim ülkemdeki en popüler Japon oyunu olsa da o bile bazı üniversite öğrencileri dışında pek bilinmiyor.
They have a lot in common.
- Onların pek çok ortak yanı var.
The flood caused a lot of damage.
- Sel pek çok zarara neden oldu.
Tom doesn't have very many friends.
- Tom'un pek çok arkadaşı yok.
Between you and me, Tom's idea doesn't appeal to me very much.
- Senin ve benim aramda, Tom'un fikri pek ilgimi çekmiyor.
They have a lot in common.
- Onların pek çok ortak yanı var.
Maruyama Park is a place where a lot of people gather.
- Maruyama Parkı pek çok insanın toplandığı bir yerdir.
There is not much more to say.
- Söylenecek pek fazla şey yok.
I'm really not much of a cook.
- Ben gerçekten pek aşçı değilim.
The first time, she wasn't very firm with him.
- İlk kez, onunla pek sıkı değildi.