Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
 - The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
 - In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
O her gün, dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor.
 - He used to eat out every day, but now he can't afford it.
Partiye gidebilirsin, ancak gece yarısına kadar eve olmalısın.
 - You may go to the party, but you must be home by midnight.
Tom hariç herkes vardı.
 - Everybody but Tom was present.
Biz Pazar hariç her gün çalışırız.
 - We work every day but Sunday.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
 - This is a good book, but that is better.
Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.
 - I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
 - Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Ben çalışmak için dışarı gitmene itiraz etmiyorum fakat çocuklara kim bakacak.
 - I don't object to your going out to work, but who will look after the children?
İtiraz edebilirdim ama etmedim.
 - I could have objected, but didn't.
Tom ve Mary'nin yaklaşık 20 tane çocukları var, yani onlar kesin sayısı konusunda tam olarak emin değiller.
 - Tom and Mary have about 20 children, but they're not quite sure of the exact number.
Yani onlardan biri gitmek zorunda. Ama hangi biri?
 - That means one of them will have to go. But which one?
Tavsiyem olmasaydı, başarısız olurdun.
 - But for my advice, you would have failed.
Yardımın olmasaydı, zorlukla baş edemezdim.
 - But for your help I could not have got over the hardship.
Onun bazı hataları var ama buna rağmen ben onu seviyorum.
 - He has some faults, but I like him none the less.
Fakat bekar olmanın yararlarına rağmen, onlar birgün evlenmek istiyor.
 - But in spite of the merits of being single, they do want to get married some day.
Bu şakadan başka bir şey değildi.
 - It was nothing but a joke.
Kız ağlamaktan başka bir şey yapmıyor.
 - The girl did nothing but cry.
Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.
 - He not only speaks French, but he speaks Spanish, too.
Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.
 - Mariko studied not only English but also German.