Bütün insanlar aynı dilde gülümser.
- Alle Menschen lächeln in der gleichen Sprache.
Sadece gülümsemek ve mutlu olmak.
- Einfach lächeln und glücklich sein.
Mary'nin gülümseyişini hatırlayamıyorum.
- Ich kann mich nicht mehr an Marias Lächeln erinnern.
Sende üç şeyi fark eden insana güven: gülümsemenin ardında sakladığın acıyı, öfkenin ardındaki sevgiyi, suskunluğunun ardındaki sebebi.
- Vertraue dem Menschen, der drei Dinge an dir bemerkt: den Kummer hinter deinem Lächeln, die Liebe hinter deinem Zorn und den Grund deines Schweigens.
Sadece gülümsemek ve mutlu olmak.
- Einfach lächeln und glücklich sein.
Sadece gülümsemek ve mutlu olmak.
- Einfach lächeln und glücklich sein.
Dans etmek tüm bedenle gülümsemektir!
- Tanzen ist Lächeln mit dem ganzen Körper!
O, talihsizliğine gülümsemek zorunda kaldı.
- She had to smile at her misfortune.
Tom, gülümsemekten kendini alıkoyamadı.
- Tom couldn't wipe the smile off his face.
Tom hafifçe gülmekten kendini alamadı.
- Tom couldn't help but smile slightly.
Hakkında gülmek için ne var?
- What's there to smile about?
Tom bir tebessümle, Günaydın, dedi.
- Good morning, said Tom with a smile.
Bana bir tanıma tebessümü verdi.
- He gave me a smile of recognition.
O, ona büyük bir gülücük verdi.
- She gave him a big smile.
Tom, Mary'ye kocaman bir gülücük verdi.
- Tom gave Mary a big smile.
O, yaşlı kadına sıcak bir gülümseme fırlattı.
- She shot a warm smile at the old lady.
O, diş teli taktığından beri neredeyse onun gülümsemesini görmedim.
- Since she got her braces, I've hardly seen her smile.
He hid his sadness behind a smile.
- Er verbarg seinen Kummer hinter einem Lächeln.
Face life with a smile!
- Stell dich dem Leben lächelnd!