Laura Ingalls grew up on the prairie.
- Laura Ingalls kırda büyüdü.
I feel like dancing in the fields.
- Canım kırlarda dans etmek istiyor.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
I've set out a table under a beautiful tree behind the cottage.
- Kır evinin arkasında güzel bir ağacın altında bir masa kurdum.
There is a cottage beyond the bridge.
- Köprünün ötesinde bir kır evi var.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
I like studying wild flowers.
- Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.
Why do you think Tom prefers living in the country?
- Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Tom fell and broke his arm.
- Tom düştü ve kolunu kırdı.
The horse broke its neck when it fell.
- Düşen at boynunu kırdı.
Young plants should be protected in frosty weather.
- Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
Tom was wearing a gray suit and a red tie.
- Tom gri bir takım elbise giyiyordu ve kırmızı bir kravat takıyordu.
That gray-haired man is Tom's father.
- O kır saçlı adam Tom'un babası.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.