Laura Ingalls grew up on the prairie.
- Laura Ingalls kırda büyüdü.
Cattle were grazing in the field.
- Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
There is a cottage beyond the bridge.
- Köprünün ötesinde bir kır evi var.
I've set out a table under a beautiful tree behind the cottage.
- Kır evinin arkasında güzel bir ağacın altında bir masa kurdum.
I like studying wild flowers.
- Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Every summer I go to the countryside.
- Her yaz kırsala giderim.
We spent a quiet day in the country.
- Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
Tom fell and broke his arm.
- Tom düştü ve kolunu kırdı.
I knew I'd broken my wrist the moment I fell.
- Düştüğüm anda bileğimi kırdığımı biliyordum.
Young plants should be protected in frosty weather.
- Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
Gray squirrels bury nuts, but red squirrels don't.
- Gri sincaplar fıstık gömer, ancak kırmızı sincaplar gömmez.
Gray goes well with red.
- Gri, kırmızı ile iyi gider.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.