The bus was so crowded that I was kept standing all the way to the station.
- Otobüs o kadar kalabalıktı ki istasyona kadar ayakta tutuldum.
I'm worn out, because I've been standing all day.
- Bütün gün ayakta durduğum için yoruldum.
I stood waiting for a bus.
- Otobüs beklerken ayakta durdum.
We stood looking at the beautiful scenery.
- Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.
Big changes are afoot.
- Büyük değişiklikler ayakta.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
Black people had to sit in the back of the bus, or stand if the back was full.
- Siyah insanlar otobüsün arkasında oturmak ya da doluysa ayakta durmak zorunda kaldılar.
There are footprints of a cat on the table.
- Masanın üstünde bir kedinin ayak izleri var.
If you put your mind into your foot, it becomes the foot.
- Eğer zihninizi ayağınıza koyarsanız, o, ayak olur.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
There is no sense in standing when there are seats available.
- Koltuklar müsaitken ayakta durmanın anlamı yok.
The train was so crowded that I had to stand up the whole trip.
- Tren o kadar kalabalıktı ki yolculuk boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
The train was very crowded so I had to stand all the way to Ueno.
- Tren çok kalabalıktı bu yüzden Ueno'ya kadar bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
After her glamorous performance , she received a standing ovation.
Your feet are swollen because your shoes are too small.
- Ayakkabıların çok küçük olduğu için ayakların şişmiş.
When I got out of prison, Tom helped me get back on my feet.
- Hapishaneden çıktığımda, Tom tekrar ayaklarımın üstünde durmama yardımcı oldu.
Don't step on my toes.
- Ayak parmaklarıma basmayın.
They stepped on board the airplane.
- Onlar uçağa ayak bastılar.
Tom sat on the pier, dangling his feet in the water.
- Tom ayaklarını suya sarkıtarak iskelede oturdu.
Tom sat on the pier with his feet in the water.
- Tom ayakları suda iskelede oturdu.
I heard that they discovered the footprints of an abominable snowman in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerini Himalaya dağlarında keşfettiklerini duydum.
I heard that footprints of an abominable snowman were found in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerinin Himalaya dağlarında bulunduğunu duydum.
It's really difficult to survive in a big city like Tokyo without endebting oneself.
- Borca girmeden Tokyo gibi büyük bir şehirde ayakta kalmak zor.
Small businesses will have to tighten their belts to survive.
- Küçük işletmeler ayakta kalmak için kemerlerini sıkacaklar.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
The shoe fell off the horse's hoof.
- Ayakkabı atın toynağına düştü.
He did all the legwork.
- O, tüm ayak işlerini yaptı.
It crawls on all fours as a baby, then learns to walk on two legs, and finally needs a cane in old age.
- Bir bebek olarak dört ayak üzerinde emekler, sonra iki bacak üstünde yürümeyi öğrenir, sonunda yaşlılıkta bir değneye ihtiyacı olur.