Tom was unable to conceal his sadness.
- Tom üzüntüsünü gizleyemedi.
Chris could not conceal his sadness when he heard that Beth had been unable to find his valuable watch.
- Chris, Beth'in değerli kol saatini bulamadığını duyduğunda üzüntüsünü gizleyemedi.
Joy was mingled with sorrow.
- Joy üzüntüden altüst olmuştu.
The news filled her with sorrow.
- Haber onu üzüntü ile doldurdu.
She regretted deeply when she looked back on her life.
- Hayatında geriye baktığında, o derin üzüntü duymuştur.
They all expressed regret over her death.
- Hepsi onun ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirdi.
His talk distracted her from grief.
- Onun konuşması onu üzüntüsünden uzaklaştırdı.
The girl was overcome with grief.
- Kız üzüntüye yenik düştü.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındı.
Cares and worries were pervasive in her mind.
- Endişeler ve üzüntüler onun aklında yaygındılar.
I saw the mark of sadness that had remained on her face.
- Onun yüzünde kalan üzüntü işaretini gördüm.
He hid his sadness behind a smile.
- Tebessümün arkasında üzüntüsünü sakladı.