yalnızlık

listen to the pronunciation of yalnızlık
Турецкий язык - Английский Язык
loneliness

I also often experience loneliness. - Ben de sık sık yalnızlık yaşarım.

The loneliness is a disease that makes me not happy anymore. - Yalnızlık artık beni mutlu etmeyen bir hastalık.

solitude

We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things. - Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.

Solitude is independence. - Yalnızlık bağımsızlıktır.

desolation
loneliness, lonesomeness
loneliness, desolation, solitude
privacy
singleness
solitude, solitariness, isolation, loneness
lonelyness
isolation

We shouldn't confuse solitude with isolation. They are two separate things. - Yalnızlık ile izole edilmeyi birbirine karıştırmamak gerek. Bunlar iki farklı şey.

aloneness
singlenuss
yalnız
{s} lonely

Mary was lonely because the other students didn't talk to her. - Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.

She always comforted herself with music when she was lonely. - O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.

yalnız
lonesome

The giant tortoise Lonesome George has died on the Galapagos Islands. - Dev kaplumbağa Yalnız George, Galapagos Adaları'nda öldü.

You feel lonesome, don't you? - Sen kendini yalnız hissediyorsun, değil mi?

yalnız
alone

He lived alone in the forest. - Ormanda yalnız başına yaşadı.

She likes walking alone. - O yalnız yürümeyi sever.

yalnızlık korkusu
monophobia
yalnızlık, Allaha mahsustur
(Atasözü) God alone exists in solitude (i.e. People are gregarious.)
yalnız
sole

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

yalnız
only

Did you do your homework? The meeting is only two days away. - Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.

I only study in the library. - Yalnızca kütüphanede çalışırım.

yalnız
{s} solitary

I like a solitary walk. - Yalnız yürümeyi severim.

She led a solitary life. - O yalnız bir hayat sürdü.

yalnız
(Hukuk) save

At the moment only a child can save my marriage. - Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.

yalnız
lone

She lived a lonely life. - Yalnız bir hayat yaşadı.

Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely. - Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.

yalnız
merely

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

yalnız
solitarily
yalnız
squinting
yalnız
private
yalnız
single

Tom remained single his whole life. - Tom bütün hayatı boyunca yalnız kaldı.

Mary is a single mom. - Mary yalnız bir anne.

yalnız
mere

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

yalnız
on one's own
yalnız
pure and simple
yalnız
nothing but

Do you swear to tell the truth and nothing but the truth? - Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?

It was nothing but coincidence. - Bu yalnızca tesadüftü.

yalnız
nothing else
yalnız
pure

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

yalnız
nothing more than
yalnız
by oneself
yalnız
solely

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

One cannot live solely on air and love. - Biri yalnızca hava ve sevgiyle yaşayamaz.

yalnız
single-handed
yalnız
bigoted
yalnız
none but
yalnız
unaccompanied
yalnız
desolate
yalnız
exclusively
yalnız
purely

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

yalnız
by ourselves
yalnız
single handed
yalnız
isolated

I felt very isolated. - Çok yalnız hissettim.

Tom felt very isolated. - Tom çok yalnız hissetti.

yalnız
be alone
duygusal yalnızlık
emotional loneliness
yalnız
singly
yalnız
alone, lonely, lone, desolate, solitary; alone, on one's own; only, solely; but, however
yalnız
but, however
yalnız
on one's tod
yalnız
only, just
yalnız
by yourself

You shouldn't go out after dark by yourself. - Hava karardıktan sonra yalnız başına dışarı çıkmamalısın.

You're not going there by yourself, are you? - Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?

yalnız
alone, by oneself
yalnız
just

Please just leave me alone. I want to think. - Lütfen sadece beni yalnız bırak. Düşünmek istiyorum.

I just got here this morning. - Bu sabah buraya yalnızca ben geldim.

yalnız
solitary, isolated, lone
yalnız
solo

Now that my only colleague has retired, I'm flying solo. - Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.

Nancy set out on a solo journey. - Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.

yalnız
unattended

Tom was angry at Mary for leaving their children unattended. - Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.

yalnız
lonely, lonesome
yalnız
singular
yalnız
but

Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work. - Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.

He not only speaks French, but he speaks Spanish, too. - Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.

Турецкий язык - Турецкий язык
Yalnız olma durumu, kimsesizlik
Yalnız olma durumu, kimsesizlik: "Dostlarla da yollar ayrılalı bir bir / Gittikçe artıyor yalnızlığımız."- C. S. Tarancı
Kimse bulunmama durumu, ıssızlık, tenhalık
(Osmanlı Dönemi) FÜRADE
yalnız
Ama, şu kadar ki, ancak, fakat
yalnız
Sadece, salt
yalnız
Yanında başkaları bulunmayan
yalnız
Sadece, salt: "Kendisini yalnız Bombay'a kadar götürecek tren parası vardı."- F. R. Atay
yalnız
Yanında başkaları olmayarak: "Ömrümde şehir içinde bile yalnız dolaşmaya alışmamış bir adam için bir genç kızın tek başına Avrupa seyahatine çıkışı akıl durdurucu bir şeydi."- Y. K. Karaosmanoğlu
yalnız
Toplumsal ilişkilerden yoksun veya yoksun bırakılan kişi
yalnız
Yanında başkaları olmayarak