Lonesome George passed away.
- Yalnız George vefat etti.
You feel lonesome, don't you?
- Sen kendini yalnız hissediyorsun, değil mi?
He lived alone in the forest.
- Ormanda yalnız başına yaşadı.
The old man lives alone.
- Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
This city is cold and lonely without you.
- Bu şehir sen olmadan soğuk ve yalnız.
Aardvarks are solitary animals.
- Yerdomuzları yalnız yaşayan hayvanlardır.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
She lived a lonely life.
- Yalnız bir hayat yaşadı.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
Tom remained single his whole life.
- Tom bütün hayatı boyunca yalnız kaldı.
Mary is a single mom.
- Mary yalnız bir anne.
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
She likes to go for solitary walks.
- O, yalnız başına yürüyüşe çıkmayı sever.
She led a solitary life.
- O yalnız bir hayat sürdü.
Are you going on holiday by yourself? No, my problems are coming with me.
- Tatile yalnız başına mı gidiyorsun? Hayır, problemlerim benimle birlikte geliyorlar.
You're not going there by yourself, are you?
- Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?
Please just leave me alone. I want to think.
- Lütfen sadece beni yalnız bırak. Düşünmek istiyorum.
I just got here this morning.
- Bu sabah buraya yalnızca ben geldim.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
Only six people were present at the party.
- Partide yalnızca altı kişi vardı.
I only study in the library.
- Yalnızca kütüphanede çalışırım.
He had breakfast all alone.
- O yalnız başına kahvaltı yaptı.
He lived alone in the forest.
- Ormanda yalnız başına yaşadı.