The giant tortoise Lonesome George has died on the Galapagos Islands.
- Dev kaplumbağa Yalnız George, Galapagos Adaları'nda öldü.
Lonesome George was the last giant tortoise of his kind.
- Yalnız George, türünün son dev kaplumbağasıydı.
She likes walking alone.
- O yalnız yürümeyi sever.
The old man lives alone.
- Yaşlı adam yalnız yaşıyor.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
At the moment only a child can save my marriage.
- Şu anda evliliğimi yalnızca bir çocuk kurtarabilir.
She lived a lonely life.
- Yalnız bir hayat yaşadı.
She always comforted herself with music when she was lonely.
- O yalnızken kendini her zaman müzikle rahatlattı.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
Tom remained single his whole life.
- Tom bütün hayatı boyunca yalnız kaldı.
Now that you are single again, how about poker this weekend?
- Madem ki yine yalnızsın, bu hafta sonu pokere ne dersin?
I felt very isolated.
- Çok yalnız hissettim.
Tom felt very isolated.
- Tom çok yalnız hissetti.
He likes to take a solitary walk.
- O yalnız yürümekten hoşlanır.
I like a solitary walk.
- Yalnız yürümeyi severim.
You're not going there by yourself, are you?
- Oraya yalnız gitmeyeceksin, değil mi?
I'm not letting you go by yourself.
- Yalnız gitmene izin vermiyorum.
Some read books just to pass time.
- Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.
They just wanted to be left alone.
- Sadece yalnız bırakılmak istediler.
Nancy set out on a solo journey.
- Nancy yalnız bir yolculuğa çıktı.
Now that my only colleague has retired, I'm flying solo.
- Benim tek meslektaşım emekliye ayrıldığından, ben yalnız uçuyorum.
Tom was angry at Mary for leaving their children unattended.
- Tom çocuklarını yalnız bıraktığı için Mary'ye kızgındı.
Only a few people showed up on time.
- Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.
Did you do your homework? The meeting is only two days away.
- Ödevini yaptın mı? Toplantı yalnızca iki gün sonra.
Optimism is merely a lack of information.
- İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.
All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages.
- Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.
It was nothing but coincidence.
- Bu yalnızca tesadüftü.
Do you swear to tell the truth and nothing but the truth?
- Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
They need to be able to irrigate without relying solely on rain.
- Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.
Empirical data is based solely on observation.
- Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.
In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric.
- Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.
I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month.
- Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.
- Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.
Aardvarks are solitary animals.
- Yerdomuzları yalnız yaşayan hayvanlardır.
He lived alone in the forest.
- Ormanda yalnız başına yaşadı.
When I was a child, I spent many hours reading alone in my room.
- Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.