Laura Ingalls grew up on the prairie.
 - Laura Ingalls kırda büyüdü.
The field is full of wild flowers.
 - Tarla kır çiçekleriyle dolu.
I feel like dancing in the fields.
 - Canım kırlarda dans etmek istiyor.
They lived in the countryside during the war.
 - Savaş sırasında kırsalda yaşadılar.
Tom and Mary took a long walk through the countryside.
 - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.
This window has been broken for a month.
 - Bu pencere bir aydır kırıktır.
The horse broke its neck when it fell.
 - Düşen at boynunu kırdı.
The horse broke its neck when it fell.
 - Düşen at boynunu kırdı.
I broke my wrist when I fell on it.
 - Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
 - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.
I like studying wild flowers.
 - Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.
Why do you think Tom prefers living in the country?
 - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?
Every summer I go to the countryside.
 - Her yaz kırsala giderim.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
 - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
I saw the girls pick the wild flowers.
 - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Every summer I go to the countryside.
 - Her yaz kırsala giderim.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
 - Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day.
 - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.
He got a broken jaw and lost some teeth.
 - Kırık bir çenesi var ve birkaç dişini kaybetti.
This window has been broken for a month.
 - Bu pencere bir aydır kırıktır.
That boy often breaks our windows with a ball.
 - Şu çocuk sık sık bir top ile pencerelerimizi kırıyor.
But love can break your heart.
 - Ama aşk kalbinizi kırabilir.
I must apologize to you for breaking the vase.
 - Vazoyu kırdığım için senden özür dilemeliyim.
This robot can hold an egg without breaking it.
 - Bu robot yumurtayı kırmadan tutabilir.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
 - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
 - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Young plants should be protected in frosty weather.
 - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
That gray-haired man is Tom's father.
 - O kır saçlı adam Tom'un babası.
Tom was wearing a gray suit and a red tie.
 - Tom gri bir takım elbise giyiyordu ve kırmızı bir kravat takıyordu.
The bamboo bent but did not break.
 - Bambu eğildi ama kırılmadı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
 - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.