Reactions at Sun's campus, an hour's drive from San Francisco, ranged from the fearful to the incredulous.
Xodar listened in incredulous astonishment to my narration of the events which had transpired within the arena at the rites of Issus.
Faced with these facts, we find it incredulous that defendant had any intent other than the armed robbery of the service station.
My belief is that you are right.
- Senin haklı olduğun inancındayım.
Atheism isn't a religious belief.
- Ateizm dinî bir inanç değildir.
He doesn't altogether trust me.
- O bana tamamen inanmaz.
I like him, but at the same time I don't really trust him.
- Ondan hoşlanıyorum fakat aynı zamanda ona gerçekten inanmıyorum.
In other words, he is a man of faith.
- Diğer bir deyişle, o bir inanç adamı.
Faith makes all things possible.... love makes all things easy.
- İnanç her şeyi mümkün kılar....aşk her şeyi kolaylaştırır.
Tom has a hard time believing anything Mary says.
- Tom Mary'nin söylediğine inanarak zor zaman geçiriyor.
He has good grounds for believing that.
- Ona inanmak için onun iyi dayanakları var.
It is believed that whales have their own language.
- Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır.
In my childhood, I believed in Santa Claus.
- Çocukluğumda Noel Baba'ya inandım.
It was stupid of you to believe in him.
- Ona inanmakla aptallık ettin.
We believe in Buddhism.
- Budizm'de inanıyoruz.
Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards.
- Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.
In my childhood, I believed in Santa Claus.
- Çocukluğumda Noel Baba'ya inandım.
Even people who don't believe in the Catholic church venerate the Pope as a symbolic leader.
- Katolik kilisesine inanmayan insanlar bile Papa'ya sembolik bir lider olarak saygı duyuyorlar.