Bu konu ile ilgili düşüncelerini duymaya can atıyorum.
- I look forward to hearing your thoughts on this matter.
Tom bana intiharla ilgili düşüncelere sahip olduğunu asla söylemedi.
- Tom never told me he was having suicidal thoughts.
Oh, teşekkürler! Ne kadar düşünceli.
- Oh, thanks! How thoughtful.
O, çok düşünceli bir kişidir.
- He is a very thoughtful person.
12 Haziran 1998'den beri Kylie Minogue'a inanırım.
- I've believed in Kylie Minogue since June 12, 1998.
Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır.
- It is believed that whales have their own language.
Bir şarkıcı olduğunu düşündüğüm kız farklı bir kişi olduğunu kanıtladı.
- The girl who I thought was a singer proved to be a different person.
Ben onun babası olduğunu düşündüğüm adam tam bir yabancı olduğunu kanıtladı.
- The man who I thought was his father proved to be a perfect stranger.
Yeni bir anlaşmayı görüşmek için buraya geldiğimizi düşündüm.
- I thought we came here to discuss a new deal.
Seninle ilişkiyi bitirseydim, seninle tekrar görüşmek zorunda kalmayacağımı sandım.
- I thought if I broke up with you, I'd never have to see you again.
Senin gibi bir kadın bulacağımı asla düşünmedim.
- I never thought I would find a woman like you.
Yılanları çok düşünme onu solduruyor.
- The very thought of snakes makes her turn pale.
Europa ve Enceladus'un, yüzeylerinin altında sıvı sudan oluşan bir okyanusa sahip oldukları düşünülmektedir.
- Europa and Enceladus are thought to have an ocean of liquid water beneath their surface.
Manuel ateşli silahın 14. yüzyılda ortaya çıktığı düşünülmektedir.
- It is thought that manual firearms appeared in the 14th century.
O çok düşünceli ve sabırlı.
- She is very thoughtful and patient.
Kelimeler düşünceleri ifade eder.
- Words express thoughts.
Seni tanıdığımı sanıyordum.
- I thought I knew you.
Sanırım Tom ziyarete gelmek için çok geç olduğunu düşündü.
- I guess Tom thought it was too late to come visit.
I have always believed that fruits are more beneficial than fruit juices mainly because they do not contain added sugar.
- Ich habe immer geglaubt, Obst sei gesünder als Obstsaft, vor allem weil es keinen Zuckerzusatz enthält.
Tom actually believed you.
- Tom hat dir tatsächlich geglaubt.