bir of

listen to the pronunciation of bir of
Курдский Язык - Турецкий язык

Определение bir of в Курдский Язык Турецкий язык словарь

bir
koyun ve keçi sürüsü
bir
kesim
bir
bölüm
bîr
dimağ hafıza
bîr
bilinç şuur
bîr
kuyu
bîr
hafıza
bîr
bellek
Испанский Язык - Турецкий язык

Определение bir of в Испанский Язык Турецкий язык словарь

Bir
bi'r
Английский Язык - Английский Язык

Определение bir of в Английский Язык Английский Язык словарь

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
Турецкий язык - Английский Язык
of a
on every

So, next time they come to me of a morning and ask the same question, what do you think my answer might be?.

bir
one

I know one of them but not the other. - Birini tanıyorum da ötekini değil.

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

bir
single

Get both a phone and internet access in a single package! - Tek bir pakette hem bir telefon hem de bir internet erişimi alın!

There isn't a single cloud in the sky. - Gökyüzünde tek bir bulut yok.

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

bir
a
bir
apart

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

I'm busy looking for an apartment. - Ben bir daire aramakla meşgulüm.

bir
mono

Monopoly is a popular game for families to play. - Monopoly ailelerin oynaması için popüler bir oyun.

He wore a top hat and a monocle. - O bir silindir şapka ve bir tek gözlük taktı.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

Please put a lump of sugar in my coffee. - Kahveme bir küp şeker koyun lütfen.

One lump of sugar, please. - Bir küp şeker, lütfen.

bir
head

They all have arms, legs, and heads, they walk and talk, but now there's SOMETHING that wants to make them different. - Onların hepsinin, kolları, bacakları, ve kafaları var,onlar yürürler ve konuşurlar, ama şimdi onlara farklı yapmak isteyen bir şey var.

A cup of coffee cleared my head. - Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.

bir
erect

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

Caesar erected a golden statue of Cleopatra. - Sezar, Kleopatra'nın altından bir heykelini dikti.

bir
unit

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

In 1860, Lincoln was elected President of the United States. - 1860'ta Lincoln, Amerika Birleşik Devletleri başkanlığına seçildi.

bir
unity

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

bir
somewhere

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth. - Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.

bir
engage

Tom gave Mary an engagement ring. - Tom Mary'ye bir nişan yüzüğü verdi.

Tom bought an engagement ring for Mary with money he inherited from his grandfather. - Tom büyükbabasından miras kalan parayla Mary için bir nişan yüzüğü aldı.

bir
{f} pace

This is a nice change of pace. - Bu hoş bir değişiklik.

I've got a pacemaker. - Benim bir kalp pilim var.

bir
un#veil
bir
{s} some

Do you want some coffee? - Biraz kahve ister misin?

I sometimes wonder if I am a girl. - Bazen bir kız mıyım diye merak ediyorum.

bir
attack

In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday. - Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.

Macbeth raised an army to attack his enemy. - Macbeth, düşmanına saldırmak için bir ordu yetiştirdi.

bir
squash

Butternut squash is a good source of manganese, potassium, and vitamins A, C, and E. - Balkabağı, iyi bir manganez, potasyum ve A, C ve E vitaminleri kaynağıdır.

This is the first time I've ever squashed a cockroach. - Şimdiye kadar ilk defa bir hamam böceği ezdim.