beklenmedik

listen to the pronunciation of beklenmedik
Турецкий язык - Английский Язык
unexpected

Insurance makes us remember that the world we live in isn't completely safe; we might fall ill, face danger or encounter the unexpected. - Sigorta bize içinde yaşadığımız dünyanın tamamen güvenli olmadığını hatırlatıyor; biz hastalanabiliriz ya da beklenmedik şeylerle karşılaşabiliriz.

We had unexpected visitors. - Beklenmedik ziyaretçilerimiz vardı.

abrupt

He was confused by the abrupt question. - Beklenmedik soru karşısında kafası karışmıştı.

unannounced
surprise

This is an unexpected surprise. - Bu beklenmedik bir sürpriz.

What an unexpected surprise! - Ne beklenmedik bir sürpriz!

unlookedfor
heaven-sent
disconcerting
unlooked for
(Konuşma Dili) out of the blue
unhoped-for
unforeseen
unimagined
snap
sudden

Suddenly, something unexpected happened. - Birden beklenmedik bir şey oldu.

adventitious
heaven sent
unexpected, unforeseen, sudden, abrupt
unhoped
unhoped for
improbable

That is an improbable coincidence. - O beklenmedik bir rastlantı.

unlooked-for
beklenmedik bir para
windfall
beklenmedik bir şekilde
unexpectedly
beklenmedik olay
contingency
beklenmedik başarı
fluke
beklenmedik kazanç
(Ticaret) windfall
beklenmedik olay
quirk
beklenmedik ziyaret
drop in
beklenmedik bilgiler
(Ticaret) news
beklenmedik durum
contingency
beklenmedik durum plan
contingency plan
beklenmedik durum planı
contingency plan
beklenmedik durum planı
(Bilgisayar) contingency measure
beklenmedik haller
unforeseen circumstances
beklenmedik nimet
godsend
beklenmedik talih
fluke
beklenmedik ziyaret
visit someone unexpectedly
beklenmedik başarı
strike
beklenmedik bir anda
out of the blue
beklenmedik bir anda
out of clear sky
beklenmedik bir biçimde
unexpectedly
beklenmedik bir biçime
disconcertingly
beklenmedik bir çıkış yapan kimse
sleeper
beklenmedik bir şekilde
abruptly
beklenmedik biçimde yetişen yardımcı güç
deus ex machina
beklenmedik durum
happenstance
beklenmedik durum sigortası
(Ticaret) contingency insurance
beklenmedik engel
facer
beklenmedik gelişme
unexpected development
beklenmedik harcamalar
(Ticaret) out-of-pocket requirements
beklenmedik kar
(Ticaret) windfall profit
beklenmedik kazanç
plum
beklenmedik misafir
unexpected guest
beklenmedik olay
accident
beklenmedik olay
contingent
beklenmedik olay
thunderbolt
beklenmedik sonuç
backlash
beklenmedik yenilgi
upset
beklenmedik şans
windfall
bekle
expect

You can't expect me to always think of everything! - Her zaman her şeyi düşünmemi bekleyemezsin.

The math homework proved to be easier than I had expected. - Matematik ev ödevi beklediğimden daha kolay çıktı.

bekle
hold on

If you hold on a moment, I will get Jane on the phone. - Eğer biraz beklerseniz, Jane'i telefona alacağım.

Hold on a moment, please. - Biraz bekleyin, lütfen.

bekle
hang on

Hang on a minute. I'll call Jimmy. - Bir dakika bekle. Jimmy'yi arayacağım.

Hang on till I get to you. - Seni alana kadar bekle.

bekle
wait

I'll wait here until she comes. - O gelene kadar burada bekleyeceğim.

You shouldn't wait here. - Burada beklememen gerekir.

bekle
held on
bekle
{f} expected

Students are expected to stay away from dubious places. - Öğrencilerin şüpheli yerlerden uzak kalması bekleniyor.

The number of students who were late for school was much smaller than I had expected. - Okula geç kalan öğrencilerin sayısı beklediğimden çok daha azdı.

bekle
(Bilgisayar) pause

Tom hit the pause button. - Tom bekletme butonuna bastı.

Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it. - Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.

bekle
hold your horses
bekle
(Bilgisayar) waitfor
bekle
(Konuşma Dili) not so fast
bekle
{f} waiting

There were five patients in the waiting room. - Bekleme salonunda beş hasta vardı.

Waiting for a bus, I met my friend. - Bir otobüs beklerken, arkadaşımla buluştum.

bekle
await

Go over there, and await further instructions. - Oraya git ve daha fazla talimat bekle.

Maria awaited him, but he did not come. - Maria onu bekledi ama o gelmedi.

bekle
bide

We need to bide our time. - Zamanımızı beklemeliyiz.

We just need to bide our time. - Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.

bekle
watch to
bekle
watch for
bekle
wait for

I'll wait for him for an hour. - Onu bir saat bekleyeceğim.

Please wait for thirty minutes. - Lütfen yarım saat bekle.

bekle
bode
bekle
{f} bided
bekle
{f} biding
bekle
{f} awaited

Maria awaited him, but he did not come. - Maria onu bekledi ama o gelmedi.

bekle
look forward

If we are to judge the future of ocean study by its past, we can surely look forward to many exciting discoveries. - Okyanus araştırmasının geleceğini onun geçmişiyle tahmin edeceksek birçok heyecan verici keşifleri elbette dört gözle bekleriz.

Tom told me he had nothing to look forward to. - Tom bana sabırsızlıkla beklediği bir şeyi olmadığını söyledi.

bekle
hold#on
bekle
look#forward
Турецкий язык - Турецкий язык
Birdenbire, ansızın olan
gayrikabilitahmin