O sıkı pazarlık yapar.
 - He drives a hard bargain.
Bu konuda pazarlık olmayacak.
 - There will be no bargaining on this issue.
Ben gerçek bir kelepir buldum.
 - I found a real bargain.
Bu elbise iyi bir kelepir.
 - This dress is a good bargain.
Pazarlık etme şansın yok.
 - You're in no position to bargain.
Tom pazarlık ettiği şeyi almadı.
 - Tom didn't get what he bargained for.
Bizimle anlaşmaya vardın.
 - You made a bargain with us.
Tom ve ben anlaşmaya vardık.
 - Tom and I made a bargain.
So worthless peasants bargain for their wives. -- Shakespeare.