O, ayak bileğini burktu.
- He twisted his ankle.
Bir taşa takıldım, ayak bileğimi incittim.
- I tripped on a stone, twisting my ankle.
O neredeyse ayak bileklerine kadar uzanan uzun bir siyah ceket giyiyordu.
- He was wearing a long black coat that reached almost to his ankles.
Tom'un ayak bileklerinde prangalar vardı.
- There were shackles around Tom's ankles.
Burkulmuş bir ayak bileği onu bir ay yürümekten alıkoydu.
- A sprained ankle disabled him from walking for a month.
Ayakkabı atın toynağına düştü.
- The shoe fell off the horse's hoof.
Otobüs servisi olmadığı için, biz, istasyona giden bütün yolu yürümek zorunda kaldık.
- As there was no bus service, we had to walk all the way to the station.
O, yürümek için çok yaşlıydı.
- He was too old to walk.
... want to walk too much. ...
... And to walk away at this point would be disappointing because ...