suçlular

listen to the pronunciation of suçlular
التركية - الإنجليزية

تعريف suçlular في التركية الإنجليزية القاموس.

suçlu
culprit

Now they will say that they've found the culprits. - Şimdi suçluları bulduklarını söyleyecekler.

They arrested the culprit around six months later. - Suçlu yaklaşık altı ay sonra tutuklandı.

suç
crime

The crime rate is decreasing in Canada. - Kanada'da suç oranı düşüyor.

Slavery is a crime against humanity. - Kölelik, insanlık dışı bir suçtur.

suçlu
{s} guilty

He is guilty of stealing. - O çalmaktan suçludur.

He was guilty of murder. - O cinayetten suçluydu.

suç
{i} offense

All human offenses are the result of a lack of love. - Tüm insanlık suçları sevgiden yoksunluğun bir sonucudur.

This was Tom's third offense, so he was put in jail. - Bu Tom'un üçüncü suçuydu, bu yüzden hapse kondu.

suçlu
{i} criminal

Does prison reform criminals? - Cezaevi suçluları islah eder mi?

Taking everything into consideration, he can't be the criminal. - Her şeyi göz önüne alırsak, o suçlu olamaz.

suç ve suçlular
(Kanun) crime and criminals
suçlu
{i} offender

Tom is a registered sex offender. - Tom kayıtlı bir seks suçlusu.

The police spotted him at once as the offender. - Polis hemen onu suçlu olarak belirledi.

suç
{i} blame

Not only you but I also was to blame. - Sadece sen değil aynı zamanda ben de suçlanacaktım.

She blamed him for all her problems. - O bütün problemleri için onu suçladı.

suç
{i} culpability
suç
{i} error

Don't blame him for the error. - Hata için onu suçlamayın.

To err is human. To blame somebody else for your errors is even more human. - Hatasız kul olmaz. hataların için başka birini suçlamak daha insanidir.

suçlu
culpable

According to what she said, he's culpable. - Onun söylediğine göre o suçlu.

suçlu
(Kanun) outlaw
suç
{i} wrong

You are both in the wrong. - Her ikiniz de suçlusunuz.

Tom is wrong to lay the blame on Mary. - Tom suçu Mary'ye yüklediği için hatalıdır.

suç
wrongdoing

Was he, in fact, guilty of wrongdoing? - Aslında o haksızlıktan dolayı suçlu muydu?

suç
trendy
suç
delictum
suç
erime
suçlu
arrestable
suçlu
guilty of

He is guilty of murder. - O cinayetten suçludur.

He was guilty of murder. - O cinayetten suçluydu.

suçlu
deliquent
suçlu
transgressive
suçlu
evil-doer
suçlu
(Kanun) bane
suçlu
(Argo) bushranger
suçlu
peccable
suçlu
yeggman
suçlu
piacular
suçlu
accused

Do you think the accused is really guilty of the crime? - Sanığın gerçekten suçtan suçlu olduğunu düşünüyor musunuz?

Sami was an accused sex offender. - Sami cinsel suçlu olmakla suçlandı.

suçlu
guiltily
suçlu
(Kanun) blameful
suçlu
lawbreaker
suç
misdemeanor
suç
offence

Sami committed an offence. - Sami bir suç işlemişti.

Such an offence is punished by a fine and/or imprisonment. - Böyle bir suç ceza ve / veya hapis ile cezalandırılır.

suç
fault

He will never admit his fault. - O, suçunu asla itiraf etmeyecektir.

You always excuse your faults by blaming others. - Diğerleri suçlayarak her zaman hatalarını mazur görüyorsun.

suç
infraction
suç
sin

Do not mistake sin with crime. - Günahı suçla karıştırmayın.

In Singapore, one way to punish criminals is to whip them. - Singapur'da suçluları cezalandırmanın bir yolu da onları kırbaçlamaktır.

suçlu
delinquent
suçlu
felonious
suçlu
felon

Tom is a convicted felon. - Tom hüküm giymiş bir suçlu.

suç
Job

It was an inside job. - İçeriden birinin yardımıyla işlenmiş bir suçtu.

The police's job is to prevent and investigate crime. - Polisin işi suçu önlemek ve araştırmaktır.

suç
committing crime
suç
the offense
suç
an offense
suç
criminal offense
suç
criminalizing
suçlu
convict

Tom is a convicted felon. - Tom hüküm giymiş bir suçlu.

Tom was convicted of second degree murder and sentenced to ten years in jail. - Tom ikinci derece cinayetten suçlu bulundu ve on yıl hapse mahkum edildi.

siyasi suçlular
prisoners of conscience
suç
misdemeanour [Brit.]
suç
offense, blameworthy act
suç
guilt

He is guilty of murder. - O cinayetten suçludur.

He was found guilty of murder. - O cinayetten suçlu bulundu.

suç
transgression
suç
crime, offence, offense, fault, guilt; criminal
suç
delict
suç
offence [Brit.]
suç
irregularity
suç
criminality
suç
misdeed
suç
(Hukuk) crime, offence
suç
delinquency

The increase in juvenile delinquency is a serious problem. - Çocuk suçluluğundaki artış ciddi bir sorundur.

suç
caper
suç
felony

Have you ever been convicted of a felony? - Sen hiç bir suçtan mahkum edildin mi?

What you're doing right now is a felony. - Şu anda yaptığın şey bir suç.

suç
rap

Rape is always a crime of violence. - Tecavüz her zaman bir şiddet suçudur.

Her father was accused of statutory rape. - Onun babası ırza tecavüzle suçlandı.

suç
absolve
suç
absolution
suç
{i} misdemeanour
suç
malfeasance
suçlu
transgressor
suçlu
con

Taking everything into consideration, he can't be the criminal. - Her şeyi göz önüne alırsak, o suçlu olamaz.

I was convinced that he was guilty. - Onun suçlu olduğuna ikna edildim.

suçlu
evil doer
suçlu
guilty person; criminal, felon
suçlu
misdemeanant
suçlu
malefactor
suçlu
guilty, culpable, delinquent; criminal, felon, offender, culprit, delinquent mücrim
التركية - التركية
(Hukuk) MÜCRİMİN
Suç
cürüm

Cürüm nispeti mütemadiyen fazlalaşıyor. - Suç oranı sürekli olarak artıyor.

Suçlu
cerim
Suçlu
(Osmanlı Dönemi) PAYZEN
Suçlu
(Hukuk) MÜCRİM
suç
Törelere, ahlak kurallarına aykırı davranış
suç
Yasalara aykırı davranış, cürüm
suç
Yasalara aykırı davranış, cürüm: "Casusluk suçundan yakalanıp müebbet hapse mahkûm olmadın mı?"- R. H. Karay
suç
Hukuka aykırı eylem
suçlu
Suç işlemiş, suçu olan (kimse), kabahatli, mücrim: "Suçluların ani, delice hareketleri gizli kalabilirdi."- A. Gündüz
suçlu
Suç işlemiş, suçu olan (kimse), kabahatli, mücrim