Sanırım John'un Jane ile olan ilişkilerini çok fazla okuyorsun.
 - I think you're reading too much into John's relationship with Jane.
Onların ilişkisi hakkında bir şey bilmiyorum.
 - I don't know anything about their relationship.
Öncüleri bir takım engellerin üstesinden geldiler.
 - The pioneers overcame a set of obstacles.
Tom her zaman onun arabasındaki sandıkta bir set atlama kabloları saklar.
 - Tom always keeps a set of jumper cables in the trunk of his car.
Aramızdaki ilişkiler bozuk gibi görünüyor.
 - Relations between us seem to be on the ebb.
O iki problem arasında herhangi bir yakınlık görmüyorum.
 - I don't see any relation between the two problems.
O benimle akraba değil.
 - He is no relation to me.
Onunla akrabalığınız nedir?
 - What's your relation with him?
En büyük nimet sağlık, en büyük zenginlik kanaat, en büyük bağ da vefadır.
 - Health is the greatest gift; satisfaction the greatest wealth; fidelity the greatest relation.
Ciddi bir ilişki ile ilgilenmiyorum.
 - I'm not interested in a serious relationship.
Ben, özellikle Pekin gibi büyük şehirler ile ilgili olarak Çin'i tek bir cümleyle açıklayabilirim. - Çin, yaşam hızı hem hızlı hem de keyifli bir ülkedir.
 - I can describe China, especially in relation to big cities like Beijing, in one sentence - China is a country whose pace of life is both fast and leisurely.
Equality is a symmetric relation, while divisibility is not.