Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.
 - Karam is the best student in the whole school.
Bütün pastayı yiyecek mi?
 - Will he eat the whole cake?
Kanada civarında bir yerde birkaç dönüm karla ilgili iki ulusun savaşta olduğunu ve bu güzel savaşa tüm Kanada'nın değdiğinden daha çok para harcadıklarını bilirsiniz.
 - You know that two nations are at war about a few acres of snow somewhere around Canada, and that they are spending on this beautiful war more than the whole of Canada is worth.
Tüm Dünya Zirve toplantısını izliyor.
 - The whole world is watching the summit conference.
Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
 - Tom remained wide awake the whole night.
O, bir şişe sütü tamamen içti.
 - He drank a whole bottle of milk.
Bütün, parçaların toplamından daha büyüktür.
 - The whole is greater than the sum of the parts.
Sağlığımı geri kazanmak tam bir yılımı aldı.
 - It took me a whole year to recover my health.
Ailesi için sağlıklı yemekler hazırlar.
 - She prepares wholesome meals for her family.
Gruplar ya küçük bir toplulukla ya da tüm dünya ile bir ilgi paylaşmak için iyi bir yoldur.
 - Groups are a good way to share an interest with either a small community or the whole world.
İlk olarak bir C kursu aldığım zaman sınıfta açıklanan tek bir şeyi anlayamadım. Allah'a şükür ki bütün topluluğun nasıl çalıştığını bana açıklamak için bir programcı olan bir arkadaşım var.
 - When I first took a C course, I couldn't understand a single thing explained in class. Thank God I got a friend of mine who's a programmer to explain to me how the whole caboodle works.