He speaks Spanish, not to mention English and German.
- İngilizce ve Almanca yanı sıra, İspanyolca konuşuyor.
Betty speaks Esperanto very well.
- Betty çok iyi Esperanto konuşuyor.
They are talking loudly when they know they are disturbing others.
- Başkalarını rahatsız ettiklerini öğrendiklerinde yüksek sesle konuşuyorlardı..
On TV someone with a serious look on his face is talking about the problems of our country's future.
- Televizyonda, yüzünde ciddi bir görünümü olan birisi ülkemizin geleceği ile ilgili sorunlar hakkında konuşuyor.
She doesn't speak to me.
- O benimle konuşmuyor.
I don't speak Japanese.
- Japonca konuşamıyorum.
It isn't a surprise that English is the world's most spoken language.
- Hiç şüphe yok ki İngilizce dünyada en çok konuşulan dildir.
The policeman spoke to a man on the street.
- Polis bir adamla sokakta konuştu.
She tends to talk too much.
- Çok konuşmaya eğilimlidir.
Mary was lonely because the other students didn't talk to her.
- Diğer öğrenciler onunla konuşmadığından dolayı Mary yalnızdı.
We talked about various things.
- Çeşitli şeyler hakkında konuştuk.
Don't talk with your mouth full.
- Ağzın doluyken konuşma.
You must speak out against injustice.
- Haksızlığa karşı yüksek sesle konuşmalısın.
Can we speak outside for a moment?
- Bir an dışarıda konuşabilir miyiz?
In Papua New Guinea, there are 850 different languages spoken by Papuans.
- Papua Yeni Gine'de, Papualılar tarafından konuşulan 850 farklı dil vardır.
Which language is spoken in the United States of America?
- Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?
She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood.
- O, kötü bir ruh hali içerisinde olması dolayısıyla seninle konuşmayı reddedebilir.
May I speak to Pedro?
- Pedro ile konuşabilir miyim?
Mr Wright speaks Japanese as if it were his mother tongue.
- Bay Wright, sanki onun ana diliymiş gibi Japonca konuşuyor.
By the look in his eye I could tell that he was speaking tongue in cheek.
- Onun gözündeki bakışına göre onun şaka yollu konuştuğunu söyleyebilirdim.
We always talked about a lot of things after school.
- Biz okuldan sonra her zaman birçok şey hakkında konuştuk.
They talked during the movie.
- Film sırasında konuştular.
John was in such a hurry that he had no time for talking.
- John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
Who were you talking with?
- Kiminle konuşuyordun?
Speaking English is not easy.
- İngilizce konuşmak kolay değildir.
Speaking English isn't easy.
- İngilizce konuşmak kolay değildir.
In their discourse after dinner, they talked about politics.
- Yemekten sonraki konuşmalarında, onlar politikadan bahsettiler.
We conversed until late at night while eating cake and drinking tea.
- Biz kek yerken ve çay içerken gece geç saatlere kadar konuştuk.
I need someone with whom I can converse.
- Konuşabileceğim birine ihtiyacım var.