in one manner or degree; for one purpose alone; simply; merely; barely

listen to the pronunciation of in one manner or degree; for one purpose alone; simply; merely; barely
الإنجليزية - التركية

تعريف in one manner or degree; for one purpose alone; simply; merely; barely في الإنجليزية التركية القاموس.

only
sırf
only
yalnızca

Yalnızca kütüphanede çalışırım. - I only study in the library.

Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir. - AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.

only
sadece

Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan. - The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.

Sadece birkaç kişi beni anladı. - Only a few people understood me.

only
sade

İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika. - Walking from the station to the house takes only five minutes.

Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan. - The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan.

only
yalnız

Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi. - Only a few people showed up on time.

Yalnızca kütüphanede çalışırım. - I only study in the library.

only
{s} biricik

Sen onun biricik arkadaşıydın. - You were his only friend.

O, biricik oğlunu gömdü. - She has buried her only son.

only
{s} bir tek, eşsiz, biricik, yegâne. z
only
bağlaç bir tek
only
safi
only
bir tek

Tek tekerlekli bir bisikletin sadece bir tekeri vardır. - A unicycle has only one wheel.

Herkesin gidebileceği bir evi, sığınabileceği bir yuvası var. Benim evim çöllerdir, yurdum çorak topraklar. Kuzey rüzgarı ışığım, yağmurda bir tek paklanırım. - Everyone has a house to go to, a home where they can find shelter. My house is the desert, my home the barren heath. The north wind is my fire, the rain my only bath.

only
ne var ki
only
{s} ancak

O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı. - Only Tom would have the guts to do that kind of thing.

Tom ancak kendini suçlayabilir. - Tom has only himself to blame.

only
ama

Onun hayattaki tek amacı zengin olmaktı. - Her only purpose in life was to get rich.

Sadece tek ağzım ama iki kulağım var. - I only have one mouth, but I have two ears.

only
bağlaç bundan başka
only
daha

Tek oğlu olduğu için, baba, Ken'i daha çok seviyordu. - Ken's father loved Ken all the more because he was his only son.

Biraz daha sabırlı olsaydın, bulmacayı yapabilecektin. - You'd be able to do the puzzle if only you had a little bit more patience.

only
(bağlaç) yalnız, ama, fakat
الإنجليزية - الإنجليزية
only
in one manner or degree; for one purpose alone; simply; merely; barely

    الواصلة

    in one man·ner or degree; for one pur·pose alone; simply; merely; bare·ly

    النطق

المفضلات