If you don't want to have any more contact with Tom, that's fine with me.
- Tom'la daha fazla kontak kurmak istemiyorsan, benim için hava hoş.
Tom said that's fine with him.
- Tom onun için hava hoş olduğunu söyledi.
If I had enough money, I would buy that nice car.
- Yeterli param olsa,o hoş arabayı alırım.
The house that Tom built is really nice.
- Tom'un yaptığı ev gerçekten hoş.
What a pleasant surprise to see you here!
- Seni burada görmek ne hoş sürpriz!
Nothing is as pleasant as a walk in the morning.
- Hiçbir şey sabah yapılan bir yürüyüş kadar hoş değil.
She's as pretty as her sister.
- O, kız kardeşi kadar hoştur.
How pretty she looks in her new dress!
- Yeni elbisesinin içinde ne kadar hoş duruyor.
Tom likes only beautiful girls.
- Tom sadece güzel kızlardan hoşlanıyor.
He likes the most beautiful flower.
- O en güzel çiçekten hoşlanır.
He thanked his host for a most enjoyable party.
- O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.
I think I'm a likable guy.
- Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.
What are some cute hairstyles for girls?
- Kızlar için bazı hoş saç stilleri nelerdir?
Nanako is really cute, isn't she?
- Nanako gerçekten de hoş, değil mi?
Tom wanted to give Mary a goodbye kiss. However, she backed away.
- Tom Mary'ye bir hoşça kal öpücüğü vermek istedi ama Mary geri çekildi.
Tom doesn't like Mary. However, she doesn't particularly care whether he likes her or not.
- Tom Mary'den hoşlanmıyor. Ama onun ondan hoşlanıp hoşlanmadığı özellikle onun umurunda değil.
Whether you like Tom or not, you still have to work with him.
- İster Tom'dan hoşlan istersen hoşlanma, hâlâ onunla çalışmak zorundasın.
I still like to do that sometimes.
- Bazen onu yapmak hâlâ hoşuma gidiyor.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
I'm not satisfied yet.
- Henüz hoşnut değilim.
The secretary gave me an agreeable smile.
- Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.
I'm feeling very agreeable.
- Ben çok hoş hissediyorum.
Men like lovely women.
- Erkekler hoş kadınları sever.
I had a lovely night.
- Hoş bir gece geçirdim.
She likes fairy tales.
- O, peri masallarından hoşlanır.
My grandmother used to tell me pleasant fairy tales.
- Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.
It is delightful to be praised by an expert in the field.
- Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.
Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent.
- Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.
He likes anything sweet.
- O, tatlı olan herhangi bir şeyden hoşlanır.
Tom gave Mary a box of chocolates and one long-stemmed rose for her birthday. That's really sweet.
- Tom Mary'ye doğum günü için bir kutu çikolata ve uzun saplı bir gül verdi O gerçekten hoş.
Grandma likes watching TV.
- Büyükanne televizyon izlemekten hoşlanır.
My grandparents enjoy playing croquet.
- Büyükbaba ve büyükannelerim kroket oynamaktan hoşlanırlar.
He is a very decent fellow.
- O, çok hoşgörülü bir adamdır.
Behave decently, as if you're a well-cultured man.
- Eğer kültürlü bir adamsan, hoşgörüyle davran.
The mountains look nicer from a distance.
- Dağlar uzaktan daha hoş görünür.
Giving gifts is always nicer than receiving them.
- Hediyeler vermek, onları almaktan her zaman daha hoştur.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
Food you eat that you don't like will not be digested well.
- Hoşlanmadan yediğiniz yiyecekler iyi sindirilmeyecektir.
We thoroughly enjoyed the delicious meal.
- Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
Tom doesn't enjoy eating spicy food.
- Tom baharatlı yemek yemekten hoşlanmıyor.
The music of Mozart is always pleasing to me.
- Mozart'ın müziği her zaman hoşuma gidiyor.
Is it pleasing to you?
- Bu senin için hoş mu?
She's smarter than Mary, but she's not as pretty as Mary.
- Mary'den daha akıllı ama Mary kadar hoş değil.
I don't take kindly to pushiness or impatience.
- Aceleciliği ve sabırsızlığı hoş karşılamam.
Her exotic perfume has a subtle scent.
- Onun egzotik parfümünün hoş bir kokusu var.
Tom asked Mary what kind of music she liked.
- Tom Mary'ye ne tür müzikten hoşlandığını sordu.
Mary is the kind of woman I like.
- Mary hoşlandığım kadın türüdür.