I met him quite unexpectedly.
- Onunla oldukça beklenmedik bir şekilde tanıştım.
Insurance makes us remember that the world we live in isn't completely safe; we might fall ill, face danger or encounter the unexpected.
- Sigorta bize içinde yaşadığımız dünyanın tamamen güvenli olmadığını hatırlatıyor; biz hastalanabiliriz ya da beklenmedik şeylerle karşılaşabiliriz.
He was confused by the abrupt question.
- Beklenmedik soru karşısında kafası karışmıştı.
What an unexpected surprise!
- Ne beklenmedik bir sürpriz!
Receiving a gift from you was an unexpected surprise.
- Sizden bir hediye almak beklenmedik bir sürprizdi.
Suddenly, something unexpected happened.
- Birden beklenmedik bir şey oldu.
That is an improbable coincidence.
- O beklenmedik bir rastlantı.
Don't expect too much.
- Çok fazla şey bekleme.
You can't expect me to always think of everything!
- Her zaman her şeyi düşünmemi bekleyemezsin.
Please hold on a moment.
- Lütfen biraz bekleyin.
Can you hold on a little longer?
- Biraz daha bekler misiniz?
Hang on a minute. I'll call Jimmy.
- Bir dakika bekle. Jimmy'yi arayacağım.
Hang on a minute. There's quite a few black chess pieces over there.
- Biraz bekleyin. Orada fazlasıyla siyah satranç taşı var.
Please wait half an hour.
- Lütfen yarım saat bekle.
Carlos waited a moment.
- Carlos bir müddet bekledi.
The math homework proved to be easier than I had expected.
- Matematik ev ödevi beklediğimden daha kolay çıktı.
It is expected that the tsunami surge will be ten meters or less.
- Tsunami dalgalarının on metre ya da daha az olacağı beklenmektedir.
Tom hit the pause button.
- Tom bekletme butonuna bastı.
Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it.
- Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.
There were five patients in the waiting room.
- Bekleme salonunda beş hasta vardı.
Five patients were in the waiting room.
- Bekleme salonunda beş hasta vardı.
Awaiting your quick response . . .
- Hızlı yanıtın bekleniyor.
Tom is in jail, awaiting trial.
- Tom duruşmayı beklerken hapistedir.
We need to bide our time.
- Zamanımızı beklemeliyiz.
We just need to bide our time.
- Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.
Please wait for thirty minutes.
- Lütfen yarım saat bekle.
Please wait for me at the station.
- Lütfen beni istasyonda bekleyin.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
May we look forward to receiving your order?
- Siparişinizi almayı dört gözle bekleyebilir miyiz?
Tom told me he had nothing to look forward to.
- Tom bana sabırsızlıkla beklediği bir şeyi olmadığını söyledi.