zaman zaman

listen to the pronunciation of zaman zaman
التركية - الإنجليزية
from time to time, occasionally, every now and then, every now and again, every so often
call me time to time

ara beni zaman zaman.

from time to time, occasionally
from time to time

I meet him from time to time. - Ben zaman zaman onunla karşılaşırım.

I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time. - Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.

on and off

It was raining on and off all night long. - Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.

Tom and Mary have been dating on and off for a year. - Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.

betweenwhiles
in places
betweentimes
ever and anon
now and again
now and then

I fall asleep in the class every now and then. - Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.

Tom hears from Mary every now and then. - Tom zaman zaman Mary'den haber alır.

sporadic
at times

At times, I can't trust him. - Zaman zaman, ona güvenemiyorum.

I get depressed at times. - Zaman zaman depresyona girerim.

occasionally

He occasionally visited me. - O, zaman zaman beni ziyaret etti.

Fibonacci numbers show up occasionally in nature. - Fibonacci sayıları doğada zaman zaman görünür.

betimes
off and on
time to time

I meet him at the club from time to time. - Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.

I go to the library from time to time. - Ben zaman zaman kütüphaneye giderim.

now

I fall asleep in the class every now and then. - Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

on occasion

He reads detective stories on occasion. - O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.

We've met on occasion. - Biz zaman zaman buluştuk.

interval
again
anon
zaman
date

When was the last time you went on a date? - En son ne zaman biriyle çıktın?

I once dated a girl just like Mary. - Bir zamanlar tam Mary gibi bir kızla çıkıyordum.

her zaman
always

I always get up at six. - Her zaman altıda kalkarım.

You're always singing. - Her zaman şarkı söylüyorsun.

ne zaman
when

Did the error occur right from the start or later on? - When? - Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?

When will you return? - Ne zaman geri döneceksin?

şimdiki zaman
present

In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future. - Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.

All of us are connected with the past and the future as well as the present. - Hepimiz şimdiki zamanın yanı sıra geçmişle ve gelecekle bağlandık.

zaman
time

What time will you be back? - Ne zaman geri döneceksin?

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

hiçbir zaman
never

My grandmother never changed her style of living. - Büyükannem yaşam tarzını hiçbir zaman değiştirmedi.

I have never believed in wars. - Hiçbir zaman savaşlara inanmadım.

zaman
tense

I am always tense before I get on an airplane. - Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.

Tom says that he always feels tense when Mary is in the room. - Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.

zaman ayırabilmek
afford
zaman
moment

Please drop in at my house when you have a moment. - Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.

From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home. - Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.

boş zaman
spare time

I play the guitar in my spare time. - Boş zamanımda gitar çalarım.

I translate sentences on Tatoeba in my spare time. - Boş zamanımda Tatoeba'da cümle çeviririm.

en güzel zaman
prime

He was cut down in his prime. - O, en güzel zamanında öldürüldü.

Tom is now in his prime. - Tom şu an en güzel zamanında.

her zaman olduğu gibi
as usual

Needless to say, Judy came late as usual. - Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.

Tom and Mary were wasting time, as usual. - Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.

zaman
time, season: Yenidünya zamanı geldi. Loquats are now in season
zaman
hour

George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours. - George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.

Is it possible for you to come to the office an hour earlier than usual tomorrow? - Yarın her zamankinden bir saat daha erken ofise gelmen mümkün mü?

gelecek zaman eki
will
her ne zaman
whenever

Tom brings us gifts whenever he visits. - Tom her ne zaman ziyarete gelse bize hediyeler getirir.

Whenever my uncle comes, he brings some nice things for us. - Amcam her ne zaman gelse, o bizim için bazı güzel şeyler getirir.

zaman
cycle
geniş zaman
present tense

Which endings does this verb have in the present tense? - Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?

o zaman
at the time

Mr. Clinton was governor of Arkansas at the time. - Bay Clinton, o zamanlar Arkansas'ın valisiydi.

Tom claims he was drunk at the time. - Tom o zaman sarhoş olduğunu iddia ediyor.

zaman
mus. time, meter, rhythm
zaman
when: geldiği zaman when he came
zaman
father time
zaman
the right time or the time appointed (to do something): Artık bu işin zamanı geldi. It's now the right time to do this job
zaman
whilst
zaman
while

He always sings while having a shower. - O her zaman duşta şarkı söyler.

I often study while listening to music. - Müzik dinlediğim zaman sık sık çalışırım.

zaman
free time: Bugün hiç zamanım yok. I've no free time today. 7 gram. tense
zaman
day

I want to ask them when their wedding day is. - Ben onlara düğün günlerinin ne zaman olduğunu sormak istiyorum.

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

zaman
bout
zaman
geol. era
zaman ayırmak
allow time
zaman aşıldı
time is over
zaman aşımı
(Hukuk) prescription
zaman aşımı
negative prescription
zaman aşımı ile hak kazanmak
prescribe
zaman aşımı ile kazanılan hak
prescription
zaman aşımı ile kazanılan hak
positive prescription
zaman aşımı ile kazanılmış
prescriptive
zaman aşımı süresi
(Hukuk) expiry date
zaman aşımı süresinin uzaması
(Hukuk) extension (of a time limit, of a deadline)
zaman aşımına uğramak
prescribe
zaman aşımına uğramak
lapse
zaman geçirmek
spend
zaman içinde
(deyim) in due course
zaman kaybı
leeway
zaman kaybını telâfi etmek
make up for lost time
zaman
season

When does the rainy season in Japan begin? - Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?

Tax season is a very busy time of year for accountants. - Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.

zaman
sands
zaman
when

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

We'll do it when we have time. - Zamanımız olduğunda onu yapacağız.

çoğu kez/zaman
usually
az zaman içinde
soon
dar (zaman)
short
dilim zaman
(Bilgisayar) slot
en iyi zaman
(Spor) the best time
erken zaman
(Askeri) early time
esnek zaman
flexible time
evvel zaman
formerly
gelecek zaman
(Dilbilim) the future tense
gerçek zaman
real-time
geç zaman
(Askeri) late time
her zaman
(deyim) for ever and a day
her zaman
in season and out of season
her zaman
e'er
her zaman
every time

Every time cigarettes go up in price, many people try to give up smoking. - Her zaman sigara fiyatları yükseliyor, çok sayıda insan sigara içmeyi bırakmaya çalışıyor.

Every time I hear that song, I think of my high school days. - O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.

her zaman
at any time

An earthquake can happen at any time. - Bir deprem her zaman olabilir.

You can leave at any time. - Her zaman gidebilirsin.

her zaman
forever

A good book is the best friend, now and forever. - İyi bir kitap, şimdi ve her zaman en iyi arkadaştır.

I am forever in trouble. - Benim her zaman başım belada.

hiç bir zaman
in no case
hiç bir zaman
not ever
hiç bir zaman
in no circumstances
huzur veren (zaman vb)
piping
ilerlemek (zaman/yaş)
get along
jeolojik zaman
(Coğrafya) geologic time
mekan ve zaman
space and time
modern zaman
modern-day
ne zaman
whenever

Come whenever you want. - Lütfen ne zaman istersen gel.

Whenever she comes back from a journey, she brings a gift for her daughter. - O, ne zaman bir seyahatten geri gelse, kızı için bir hediye getirir.

ne zaman ... ise
whenever
ne zaman olduğuna bakmayarak
regardless when
ne zaman olduğuna bakmayarak
regardless of when
ne zaman olursa
at any time
o zaman ki
then
peki o zaman
well then
serbest zaman
(Askeri) leisure time
standart zaman
standard time
sıkıntılı zaman
rainy day
uzay ve zaman
space and time
uzay-zaman
(Biyokimya) continuum
uzun zaman önce
(Bilgisayar) long time ago
var (zaman)
time to
zaman
(Bilgisayar) timecard
zaman
age

This part of the tune needs some real skill. It took me ages to learn how to play it on the piano. - Bestenin bu bölümünün biraz gerçek beceriye ihtiyacı var.Bunun piyanoda nasıl çalınacağını öğrenmek uzun zamanımı aldı.

If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky. - İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.

zaman
(Tıp) chrono-
zaman
occasion

He doesn't travel much apart from occasional business trips. - O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.

Even now there are occasional aftershocks. - Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.

zaman
duration
zaman
(Bilgisayar) time-scale
zaman
times

I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times. - Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.

There were no radios in those times. - O zamanlar hiç radyo yoktu.

zaman
epoch
zaman
space

You can move about in all directions of Space, but you cannot move about in Time. - Neredeyse Uzayın tüm yönlerinde hareket edebilirsin ancak zaman içinde hareket edemezsin.

Between space and time. - Uzay ve zaman arasında.

zaman
(Dilbilim) temporal
zaman
era
zaman
period

Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently. - Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.

Ten years is a really long period of time. - On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.

zaman
reign

There was a time when kings and queens reigned over the world. - Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.

Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world. - Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.

zaman
(Bilgisayar) time card
zaman almak
take (time)
zaman almak
occupy
zaman ayarı
timer
zaman aşımı
time-out
zaman aşımı
(Askeri) status of limitations
zaman aşımı
lapse
zaman aşımı
(Bilgisayar) timeouts
zaman bazı
(Askeri) time base
zaman doldu
time is up
zaman dışı
time out
zaman farkı
time difference
zaman geçirmek
while away
zaman geçirmek
kill time
zaman geçirmek
spend time
zaman geçme
lapse
zaman kodu
(Bilgisayar) timecode
zaman planı
schedule
zaman uyumu
(Bilgisayar) synchronization
zaman üstü
timelessness
çok zaman önce
a long time ago
geniş zaman ortacı gram
present participle
zaman
time: Zaman nehir gibi akıyor. Time flows like a river. Bana zaman lazım. I need time. Fatoş'un zamanı az. Fatoş has little time to spare. ışık söndürme zamanı lights-out
dığı zaman
when
zaman
age, era, epoch: zamanın âlimleri the learned men of the age
geçmiş zaman
Dilbilgisi - Past tense
geçmiş zaman
Old times
her zaman
always, for ever, forever, evermore
her zaman gülümseyen, mütebessim
Always smiling, mütebessim
ne zaman gideceksin
when are you going to go
ne zaman gideceksin
when will you go
ne zaman gideceksin
when will you leave
o zaman
in that case
uzun zaman içinde gerçekleşen
to take place over a period of timeto develop graduallygradual developmentslow progress/to progress slowly
zaman ayırma
time allocation
zaman ayırmak
Allow time, allocate time
zaman ayırmak
Allocate time
zaman harcama
waste time
zaman kaybetmeden
Without wasting time, not wasting time

Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.

zaman zarfı
temporal adverb
geçmiş zaman yerine kullanılan geniş zaman
historical present
kesin zaman ve zaman aralığı
(Askeri) precise time and time interval
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف zaman zaman في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

zaman
Albizia saman, a large tropical tree in the pea family
ne zaman müsaitsiniz
when are you available
التركية - التركية
Belli olmayan zamanlarda, ara sıra, bazen
anbean
gahice
tayy-i zaman
(Din) Tasavvufta bir kişinin yaşadığı zamanın dışına çıkabilmesi hali
الإنجليزية - التركية

تعريف zaman zaman في الإنجليزية التركية القاموس.

zaman makinesi
Time machine