To make mistakes is not always wrong.
- Hatalar yapmak her zaman yanlış değildir.
I think there's a mistake in my bill.
- Faturamda bir yanlışlık olduğunu düşünüyorum.
She told me how it was wrong to steal.
- O bana hırsızlığın ne kadar yanlış bir şey olduğunu anlattı.
I'm afraid you have dialed a wrong number.
- Korkarım yanlış bir numara çevirdiniz.
I thank you sincerely for having shown me the errors.
- Bana yanlışlarımı gösterdiğin için sana içtenlikle teşekkür ederim.
There are errors in this phone bill.
- Bu telefon faturasında yanlışlıklar var.
Cross out the incorrect words.
- Yanlış kelimeleri çiziniz.
He answered incorrectly.
- O yanlış cevap verdi.
She was disqualified from the race for two false starts.
- O, iki yanlış başlama yüzünden yarıştan diskalifiye edildi.
It seems that the news was false.
- Haber yanlışmış gibi görünüyor.
To make mistakes is not always wrong.
- Hatalar yapmak her zaman yanlış değildir.
I took his umbrella by mistake.
- Yanlışlıkla onun şemsiyesini aldım.
His data is often inaccurate.
- Onun verileri genellikle yanlıştır.
That film was an extremely inaccurate portrayal of key historical events.
- O film önemli tarihsel olayların son derece yanlış bir tasviriydi.
Nothing could be more misguided.
- Hiçbir şey daha yanlış yönlendirilmiş olamazdı.
Something amiss was going on.
- Yanlış bir şeyler oluyordu.
Something seemed amiss.
- Bir şey yanlış görünüyordu.
Some bugs were fixed.
- Bazı yanlışlar düzeltildi.
Two wrongs do make a right.
- İki yanlış bir doğru eder.
Two wrongs don't make a right.
- İki yanlış bir doğru etmez.
With all his faults, he is respected by everybody.
- Tüm yaptığı yanlışlarına rağmen, herkes tarafından saygı duyulur.
A fault common to scientists is mistakenly believing that every problem has a technical solution.
- Bilim adamlarına göre yaygın bir hata her problemin teknik bir çözümü var olduğuna yanlışlıkla inanmaktır.
Tom is often mistaken for a student.
- Tom sık sık yanlışlıkla bir öğrenciye benzetilir.
The war resulted from a mistaken policy.
- Savaş yanlış bir politikadan sonuçlandı.
You were wrongly accused.
- Sen yanlış yere suçlandın.
I formulated it wrongly.
- Onu yanlış şekilde formüle ettim.
There was nothing wrong with their ability, it was just that the expense for each unit was so vast that the cost performance was bad.
- Onların yeteneğiyle ilgili yanlış bir şey yoktu, o sadece maliyet performansı kötü olan her bir ünite için giderin çok yüksek olmasıydı.
The bad thing about inferiority complexes is that the wrong people have them.
- Aşağılık kompleksleri hakkında kötü şey onlara yanlış insanların sahip olması.