The elderly man takes strong drugs for his heart.
- Yaşlı adam kalbi için güçlü ilaçlar alıyor.
Tom gave his seat to an elderly lady.
- Tom yaşlı bir bayana koltuğunu verdi.
Layla and Sami have both aged up.
- Leyla ve Sami'nin ikisi de yaşlıdırlar.
We should be kind to the aged.
- Yaşlılara karşı nazik olmalıyız.
John is not as old as Bill; he is much younger.
- John Bill kadar yaşlı değil; çok daha genç.
Mom is older than Dad.
- Annem babamdan daha yaşlı.
Tickets are $5 for adults, and $2 for senior citizens and children.
- Biletler yetişkinler için 5 dolar ve yaşlılarla çocuklar için 2 dolardır.
Tickets are $30 for general admission and $20 for students and seniors.
- Biletler genel giriş için 30 dolar ve öğrencilerle yaşlılar için 20 dolardır.
She gave her seat to a senior citizen.
- Yaşlı birine yerini verdi.
Tickets are $5 for adults, and $2 for senior citizens and children.
- Biletler yetişkinler için 5 dolar ve yaşlılarla çocuklar için 2 dolardır.
She married a rich old man.
- O, zengin yaşlı bir adamla evlendi.
The old man lives by himself.
- Yaşlı adam tek başına yaşıyor.
They say that I'm an old woman.
- Onlar benim yaşlı bir kadın olduğumu söylüyorlar.
She walked with her head down like an old woman.
- O, yaşlı bir kadın gibi başını eğip yürüdü.
In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
- Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
The elderly man takes strong drugs for his heart.
- Yaşlı adam kalbi için güçlü ilaçlar alıyor.
Old-timers might argue the Internet was freest during the Usenet days.
- Yaşlılar, Usenet günlerinde internetin daha özgür olduğunu iddia edebilirler.
Because of his age, my grandfather doesn't hear well.
- Dedem yaşından dolayı pek iyi duyamıyor.
He has a son of your age.
- Senin yaşında bir oğlu var.
I wet the bed until I was ten years old.
- Ben on yaşına kadar yatağı ıslatırdım.
This grass is too wet to sit on.
- Bu çim üstüne oturmak için çok yaş.
She is older and wiser now.
- O,şimdi daha yaşlı ve daha akıllıdır.
She looks young, but she's actually older than you are.
- O genç görünüyor, ama o aslında senden daha yaşlıdır.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
My father will soon be forty years old.
- Babam yakında kırk yaşında olacak.
Such fishes as carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
Fish such as carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşar.
The older you get, the more difficult it becomes to learn a new language.
- Ne kadar yaşlanırsan, yeni bir dili öğrenmek o kadar zor olur.
Older people are often afraid of trying new things.
- Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
She is five years younger than me.
- O, benden beş yaş küçük.
Fatima is the eldest student in our class.
- Fatima sınıfımızdaki en yaşlı öğrencidir.
The eldest of the three boys is Tom.
- Üç çocuktan en yaşlısı Tom'dur.
My mother looked at me with tears in her eyes.
- Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.
Tears came to my eyes.
- Gözlerimden yaşlar geldi.
The best time of life is when you are young.
- Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.
The best time of life is when we are young.
- Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.
My parents taught me to respect my elders.
- Annem ve babam bana yaşlılara saygı göstermeyi öğretti.
Young people should respect their elders.
- Gençler yaşlılarına saygı duymalıdır.