Tom finally talked Mary into lending him her accordion.
- Tom sonunda Mary'yi akordeonunu ona ödünç vermesi için ikna etti.
According to the old man I met yesterday, cockroaches can be eaten and don't taste all that bad.
- Dün tanıştığım yaşlı adama göre hamamböcekleri yenilebilir ve o kadar kötü tad vermez.
Layla didn't want to surrender her virginity.
- Leyla bekaretini vermek istemedi.
I don't supply my real name to any Internet site.
- Hiçbir İnternet sitesine gerçek adımı vermem.
I don't supply my real name to any site on the Internet.
- İnternet'te hiçbir siteye gerçek adımı vermem.
I took it for granted that she would agree with me.
- Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.
Grant refused to give them a firm promise.
- Grant onlara sağlam bir söz vermeyi reddetti.
Television is a very important medium for giving information.
- Televizyon bilgi vermek için çok önemli bir araçtır.
Tom continued giving concerts until he died.
- Tom ölünceye kadar konserler vermeye devam etti.
Before bearing fruit, orange trees blossom with a flower called an azahar.
- Meyve vermeden önce portakal ağaçları azahar adı verilen bir çiçekle çiçek açarlar.
Before bearing fruit, orange trees bloom with orange blossoms.
- Meyve vermeden önce, portakal ağaçları turuncu çiçekleri ile çiçek açar.
They wanted to give Koko a new pet.
- Koko'ya yeni bir evcil hayvan vermek istediler.
I think that girl cut her hair to give herself a new look.
- Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
All traffic was halted to let the presidential motorcade pass.
- Tüm trafik, başkanlık konvoyunun geçmesine izin vermek için durduruldu.
I stood aside to let them pass.
- Onların geçmesine izin vermek için kenarda durdum.
Tom should have known better than to lend money to Mary.
- Tom Mary'ye ödünç para vermekten daha iyisini bilmeliydi.
I had to lend to him money.
- Ona ödünç para vermek zorundaydım.
It seemed like the whole school raised their hand to bid.
- Bütün okul teklif vermek için elini kaldırdı gibi görünüyordu.
I had intended to hand the document to him, but I forgot to.
- Ben belgeyi ona vermek istemiştim ama unuttum.
Tom asked me if I would be willing to contribute some money.
- Tom bana biraz para vermek için istekli olup olmayacağımı sordu.
Give me something to do.
- Bana yapacak bir şey ver.
Fahrenheit is a German inventor who invented the thermometer. At the same time, his name is given to a unit of temperature.
- Fahrenheit, termometreyi bulan Alman bir mucittir. Aynı zamanda onun ismi bir sıcaklık birimine verilmiştir.
Nobody would loan me money.
- Kimse bana para borç vermez.
Oh, I haven't decided what I'm going to do yet.
- Oh, ben henüz ne yapacağıma karar vermedim.
Tom needed to decide whether he would continue working in Boston.
- Tom Boston'da çalışmaya devam edip etmeyeceği konusunda karar vermeliydi.
We should determine what is to be done first.
- Önce ne yapılacağına karar vermeliyiz.
Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
- Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
I had trouble deciding which brand of dog food to feed my dog.
- Köpeğimi hangi marka köpek yiyeceği ile besleyeceğime karar vermede güçlük çekiyorum.
Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback.
- İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..
The export of arms was not allowed.
- Silah ihracatına izin verilmedi.
I voted for the bond issue.
- Tahvil ihracı lehinde oy verdim.
I give you five minutes to resolve this issue.
- Sana bu problemi çözmen için beş dakika veriyorum.
I'm here to give you a special offer.
- Size özel bir teklif vermek için buradayım.
We have three hours to decide whether we're going to accept their offer.
- Onların teklifini kabul edip etmeyeceğimize karar vermek için üç saatimiz var.
This serves to show how honest she is.
- Bu onun ne kadar dürüst olduğunu göstermek için hizmet vermektedir.
The recipe serves six people.
- Yemek tarifi altı kişiye hizmet vermektedir.
He wants to impart his wisdom to you.
- O, bilgeliğini sana vermek istiyor.
Someday she'll have to pay for what she's done.
- O, bir gün yaptığının hesabını vermek zorunda kalacak.
Tom's boss appreciates his work, but he doesn't want to give him a pay raise.
- Tom'un patronu onun çalışmasını takdir ediyor fakat ona zam vermek istemiyor.
Tom has to give a presentation.
- Tom bir sunum vermek zorunda.
Tom wanted to give a very special present to his girlfriend.
- Tom kız arkadaşına çok özel bir hediye vermek istedi.
Layla didn't want to surrender her virginity.
- Leyla bekaretini vermek istemedi.
Food and blankets were given to the refugees.
- Yiyecekler ve battaniyeler mültecilere verildi.
We tried to figure out the problem our professor had given us, but it seemed confusing.
- Profesörün bize verdiği problemi çözmeye çalıştık fakat karışık görünüyordu.
I cannot render a judgment on that.
- Bu konuda bir karar veremiyorum.
Any man who can drive safely while kissing a pretty lady is simply not giving the kiss the attention it deserves.
- Güzel bir bayanı öperken güvenle araba sürebilen bir sürücü sadece öpücüğe hakettiği ilgiyi vermiyordur.
He responded by giving the OK gesture.
- EVET işareti vererek yanıtladı.
She gave him a watch.
- O, ona bir saat verdi.
My uncle gave him a present.
- Amcam ona bir hediye verdi.
We were granted the privilege of fishing in this bay.
- Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.
The college granted him a scholarship.
- Üniversite ona bir burs verdi.
That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine!
- Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!
The manager bestowed a trophy on him.
- Müdür ona bir kupa verdi.
Maybe they don't want to give away their positions.
- Belki de onlar pozisyonlarını vermek istemiyorlar.
Why must you give away all of my secrets?
- Neden bütün sırlarımı dışarı vermek zorundasın?
In most cases we had to give in to their demands.
- Çoğu zaman onların istediklerini vermek zorunda kaldık.
Please remind me to give back this book.
- Lütfen bana bu kitabı geri vermemi hatırlat.
I have to give back the book before Saturday.
- Kitabı Cumartesiden önce geri vermek zorundayım.
The college granted him a scholarship.
- Üniversite ona bir burs verdi.
Lincoln granted liberty to slaves.
- Lincoln kölelere özgürlük verdi.
I wonder if you would mind lending me your car for a couple of days.
- Birkaç günlüğüne arabanı bana ödünç vermenin bir sakıncası olup olmadığını merak ediyorum.
Tom finally talked Mary into lending him her accordion.
- Tom sonunda Mary'yi akordeonunu ona ödünç vermesi için ikna etti.
When you go abroad, you'd better keep in mind that tipping is necessary.
- Yurt dışına gittiğinizde, bahşiş vermenin gerekli olduğunu aklınızda tutsanız iyi olur.
I am very happy to see you.
- I'm very glad to see you.
I am very happy to see you.
- I am very glad to see you.
Tatoeba'nın yeni sürümünü görmeye çok sabırsızlanıyorum.
- I'm very impatient to see the new version of Tatoeba.
Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım.
- I just bought the latest version of this MP3 player.