Hayat hiç bitmez fakat dünyadaki hayat biter.
- Life never ends but earthly life does.
Teoride, teori ve pratik arasında hiçbir fark yoktur. Fakat pratikte, var.
- In theory, there is no difference between theory and practice. But, in practice, there is.
O her gün, dışarıda yemek yerdi, ancak şimdi buna gücü yetmiyor.
- He used to eat out every day, but now he can't afford it.
Tüm modeller yanlış, ancak bazıları yararlı.
- All models are wrong, but some are useful.
Tom hariç herkes oradaydı.
- Everyone but Tom was there.
Tom hariç herkes vardı.
- Everybody but Tom was present.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that one is better.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
- Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Ben çalışmak için dışarı gitmene itiraz etmiyorum fakat çocuklara kim bakacak.
- I don't object to your going out to work, but who will look after the children?
Jack, Mary'nin Tom'u kendi elleriyle öldürmesini istedi ama Mary henüz hazır olmadığını söyleyerek itiraz etti.
- Jack wanted Mary to kill Tom with her own hands, but Mary objected saying she was not ready yet.
Tom ve Mary'nin yaklaşık 20 tane çocukları var, yani onlar kesin sayısı konusunda tam olarak emin değiller.
- Tom and Mary have about 20 children, but they're not quite sure of the exact number.
Yani onlardan biri gitmek zorunda. Ama hangi biri?
- That means one of them will have to go. But which one?
Tavsiyem olmasaydı, başarısız olurdun.
- But for my advice, you would have failed.
Fırtına olmasaydı daha erken varırdım.
- But for the storm, I would have arrived earlier.
Onun bazı hataları var ama buna rağmen ben onu seviyorum.
- He has some faults, but I like him none the less.
Herkes ona karşı çıktı fakat her şeye rağmen Mary ve John evlendi.
- Every one opposed it, but Mary and John got married all the same.
Odada eski bir sandalyeden başka bir şey yoktu.
- There was nothing but an old chair in the room.
Kız ağlamaktan başka bir şey yapmıyor.
- The girl did nothing but cry.
Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
- Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.
- Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.