inhalt

listen to the pronunciation of inhalt
ألمانية - التركية
m l. icindekiler, icerik, muhteva, mazruf, meal, muhteviyat, mündericat
(Raum9) hacim; mesahai hacmiye
(e-r diplomatischen Note) meal
(Begriffs^) mazmun, mantuk, diyem; eine dem — angemessene Ausstattung (bei e-m Buch) mazrufa läyik bir zarf °lich icindekiler (usw.) itibariyle -s.angäbe / l. fihrist
[der] içerik, içindeki, muhteva; fihrist, endeks; alan; hacim; konu, mevzu
(-S.Verzeichnis) fihrist, endeks
(Raurr^) istiap haddi
(kurze) huläsa, özet 2s.arm; 2s.leer; 2s.los ßg. bös, degersiz 2s.reich; 9s.schwer sümullu, manidar, manali, cemiyetli, mazmunlu -S.Verzeichnis n fihrist, endeks 9s.voll s. ~s.reich
e {'inhalt} r içerik
(e-r Rede usw.) mevzu, konu
başlıkları
içerikleri
çerin
cerim
içeriği

Zamanla insanların kitaplar gibi olduğunu anlıyorsun. Bazıları kapağı ile seni yanıltır başkaları içeriği ile seni şaşırtır. - Mit der Zeit merkst du, dass Menschen wie Bücher sind. Einige täuschen dich mit dem Umschlag und andere überraschen dich mit ihrem Inhalt.

çerik
cerik
muhteva
ceride
içerikli
e. r. 'inhalt içerik
içerik
muhteviyat
tank inhalt
tank içerikleri
الإنجليزية - التركية

تعريف inhalt في الإنجليزية التركية القاموس.

capacity
{i} kapasite

Bu kitap genç okurların kapasitesi dahilinde. - This book is within the capacity of young readers.

Bu fabrikanın üretim kapasitesi haftada 250 araçtır. - This factory's productive capacity is 250 cars a week.

capacity
alınabilir güç
capacity
sığdırma sınırı
capacity
(Bilgisayar) sığım
capacity
alım
capacity
liyakat
capacity
yetenek
capacity
dolu

Salon tam kapasite doluydu. - The hall was filled to capacity.

Otobüs tam kapasite doluydu. - The bus was filled to capacity.

capacity
maksimum
capacity
{i} hacim
capacity
{i} güç, iktidar
capacity
{i} hacim, oylum
capacity
(Tıp) Zihnin anlama ve kavrama yeteneği, zihin kapasitesi
capacity
(Askeri) KAPASİTE: Araç, motor, makine vesaire gibi vasıtaların istiap hacimleri, çekme kabiliyetlerini, kaldırma kudretleri ve benzeri niteliklerin genel sınırı. Örneğin; bir vincin yük kapasitesi gibi
capacity
{i} verim
capacity
{i} görev; mevki, sıfat: He did this in his capacity as president. Bunu
capacity
{i} sıfat

Bay Brown büyükelçi sıfatıyla hareket ediyordu. - Mr Brown was acting in the capacity of ambassador.

capacity
(Nükleer Bilimler) sığa, kapasite
capacity
(isim) kapasite, hacim, verim; yetenek, kabiliyet, yeterlik; güç, iktidar; sıfat
ألمانية - الإنجليزية
content

The spokesman explained the contents of the treaty to the press. - Der Pressesprecher erklärte der Presse den Inhalt des Vertrags.

The popularity of a web site depends on its content. - Die Popularität einer Webseite hängt von ihrem Inhalt ab.

volume
capacity
subject matter
substance
holding capacity
contents
purport
content matter
gehalt [der], inhalt [der]
content of [the] content of [the]
r inhalt
content r