Muhabir: Ona bir kedi yavrusu aldınız mı?
- Reporter: Did you buy her a kitten?
Ona kendi odamı gösterdim.
- I showed her my room.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Onun elleri buz kadar soğuktu.
- Her hands were as cold as ice.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
O ondan daha akıllıdır.
- He's smarter than her.
Tom Mary'ye onun parkta tek başına yürüyüşe gitmesinin iyi bir fikir olduğunu düşünmediğini söyledi.
- Tom told Mary that he didn't think it was a good idea for her to go jogging in the park by herself.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Benim kitaplarım Rumence, onunkiler ise İngilizce.
- My books are in Romanian; hers are in English.
Onun hikayesi onunkinden çok daha ilginç.
- His story is much more interesting than hers.