i̇şler

listen to the pronunciation of i̇şler
التركية - الإنجليزية

تعريف i̇şler في التركية الإنجليزية القاموس.

{i} occupation

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

Kemal Tahir narrates the occupation days of Istanbul in 1920s in his book named The People Of The Slave City. - Kemal Tahir Esir Şehrin İnsanları isimli kitabında İstanbul'un 1920'li yıllardaki işgal günlerini anlatır.

business

There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. - Havaalanında yüzlerce taksi vardı,hepsi iş için çığırtkanlık yapıyorlardı.

In North America, business operates on the customer is always right principle. - Kuzey Amerika'da işler, Her zaman müşteri haklıdır. prensibi ile yapılır.

job

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine pachinko oynayarak tüm vaktini harcıyor.

She decided to quit her job. - İşinden istifa etmeye karar verdi.

work

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

işler
things

I hope things have been going well for you. - Umarım sizin için işler yolunda gidiyordur.

I know Andrina doesn't take things seriously, but she is a wonderful friend. - Andrina'nın işleri ciddiye almadığını bilirim ama kendisi harika bir arkadaş.

işler
works

Someone's put a spanner in the works. - Birisi işleri baltaladı.

Not only does she keep house, but she also works as a school teacher. - O sadece ev işlerini çekip çevirmiyor, aynı zamanda bir okul öğretmeni olarak da çalışıyor.

işler
affairs

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

affair

You have no right to interfere in other people's affairs. - Diğer insanların işlerine karışmaya hakkın yoktur.

I have no intention of meddling in your affairs. - İşlerine karışmaya niyetim yok.

assignment

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

employment

Workers are taking a financial beating in the employment crisis. - İşçiler iş krizinde mali yenilgi alıyorlar.

They are crying to the government to find employment for them. - Onlara iş bulması için hükümete bağırıyorlar.

{i} cause

Our employees are working around the clock to fix the damage caused by the ice storm. - İşçilerimiz buz fırtınasının neden olduğu hasarı onarmak için gece gündüz çalışıyorlar.

Tom causes me a lot of extra work. - Tom başıma fazladan iş çıkarıyor.

{i} shop

Local shops do good business with tourists. - Yerel mağazalar turistlerle iyi iş yapar.

Let's talk shop for a while. - Bir süre iş konuşalım.

{i} appointment

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

To rule a country is not an easy task. - Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

{i} mission

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

{i} doing

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

The export business isn't doing well. - İhracat işi iyi yapılmıyor.

işler
driven
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

I think everything is functional. - Sanırım her şey işlevsel.

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

{i} show

He showed me the ropes. - Bana işin inceliklerini gösterdi.

I want a hot shower before I go back to work. - İşe geri dönmeden önce sıcak bir duş istiyorum.

{i} piece

Here's a piece of candy. - İşte bir parça şeker.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

hileli işler
sharp practices
idari ve mali işler
(Askeri) administration and financing
ihmal edilmiş işler
backlog
working

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

I'm ready to start working whenever you are. - Sen her ne zaman hazır olursan, ben işe başlamaya hazırım.

(Ticaret) shirking
trouble

I had some trouble with the work. - İşle ilgili biraz sorunum var.

It was dark, so Tom had trouble reading the street sign. - Karanlıktı, bu yüzden Tom cadde işaretini okumada sıkıntı çekti.

line

In this line of work, if you make a grim face the customers won't come. - Bu iş sırasında, sert surat yaparsan, müşteriler gelmez.

Your plan sounds good, but the bottom line is: will it bring us more business? - Planın iyi görünüyor fakat asıl önemli olan şu: bize daha çok iş getirir mi?

hold

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

(Ticaret) labor

We saw laborers blasting rocks. - Kayaları patlatan işçiler gördük.

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

errand

Tom had to run an errand. - Tom bir iş için koşmak zorunda kaldı.

I have an errand to do in town. - Kasabada yapacak bir işim var.

project

Tom Jackson, a rich businessman, agreed to fund the project. - Tom Jackson, zengin iş adamı, projeye yatırım yapmayı kabul etti.

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

workings
(Ticaret) engagement
sivil işler
(Askeri) civil affairs
trade

Would you like to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misiniz?

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

deal

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

I have a great deal to do tonight. - Bu gece yapacak çok işim var.

dealings

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others. - Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.

post

Tom is always postponing things. - Tom işleri her zaman erteliyor.

Here, your sentence is now consigned to posterity! - İşte, şimdi cümlen gelecek kuşaklara bırakıldı!

commission
operation

I have a few questions about Tom's operation. - Tom'un işlemi hakkında birkaç sorum var.

Modern computers carry out ten to the ninth power (10^9) operations per second. - Modern bilgisayarlar saniyede on üzeri dokuz (10^9) işlem yapıyor.

occupational
concern

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

So far as he was concerned, things were going well. - Bildiği kadarıyla işler yolunda gidiyordu.

position

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

situation

Tom is usually useless in these situations. - Tom genellikle bu durumlarda işe yaramaz.

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

transaction

I must close this transaction within a week. - Bu işlemi bir hafta içinde kapatmalıyım.

Nowadays, cryptography is often used to make online communications and transactions more secure. - Günümüzde, kriptografi genellikle online iletişim ve işlemleri daha güvenli yapmak için kullanılır.

duty

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

He does one good deed every day. - O her gün bir sevap işler.

Desperate needs lead to desperate deeds. - Umutsuz ihtiyaçlar umutsuz işlere yol açar.

act

He's active doing charity work. - O hayır işi yapmada aktiftir.

Tom is all talk and no action. - Tom çok konuşan ve az iş yapan biridir.

shebang
action

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

The invasion of other countries is a shameful action. - Başka ülkelerin işgali utanç verici bir etkinliktir.

matter

Tom is scrupulous in matters of business. - Tom iş meselelerinde vicdanlıdır.

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
{i} place

It seems that certain operations cannot take place. - Belirli işlemler gerçekleşlmeyecek gibi görünüyor.

This seems to be a pretty busy place. - Bu oldukça işlek bir yer gibi görünüyor.

biz
Alet işler el övünür
(Atasözü) A bad workman always blames his tools
activity

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

{i} calling

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

Tom doesn't like Mary calling him at work. - Tom, Mary'nin onu iş yerinde aramasından hoşlanmıyor.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
işler
thıngs

So far as he was concerned, things were going well. - Bildiği kadarıyla işler yolunda gidiyordu.

I hope things have been going well for you. - Umarım sizin için işler yolunda gidiyordur.

işler
jobs

Thousands of people lost their jobs. - Binlerce insan işlerini kaybetti.

Soldiers began to come home and find peacetime jobs. - Askerler eve gelmeye barış zamanı işlerini bulmaya başladılar.

işler kötü
business facing setback
işler yolunda
work in the way
mali işler
financial affairs
Askeri İşler Dairesi (CIA)
(Askeri) Office of Military Affairs (CIA)
Parasal İşler Komitesi
(Hukuk) Monetary Committee
Sivil İşler Komutanlığı
(Askeri) Civil Affairs command
acil işler
emergency work
baş idari (muharebe) subay; sivil işler harekatı; mukabil hava harekatı
(Askeri) chief administrative officer; civil affairs operations; counterair operation
birikmiş işler
backlog
dahili işler
home affairs
dahili işler pol
internal affairs, domestic affairs, Brit. home affairs
devam eden işler
(Ticaret) on-going-jobs
direkt işler
(Ticaret) direct business
ekonomik ve mali işler
(Hukuk) economic and fiscal affaires
fuzuli işler müdürü
piddler
geçici işler
odd jobs
her günkü işler
routine
idari işler
chancellery
idari işler amiri
(Ticaret) chief administrative officer
idari işler müdürü
(Ticaret) administrative affairs manager
istihdam ve sosyal işler
(Hukuk) employment and social affairs
iyi gitmek (işler)
tick along
iç işler
domesticities
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

You'll have to come back in a while: the man dealing with that business has just gone out. - Kısa bir süre içinde tekrar gelmek zorunda kalacaksın: o işle ilgilenen adam az önce dışarı çıktı.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş çıkardı.

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş yaptı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

I was able to get a job through the good offices of my friend. - Arkadaşlarımın iyi ofisleri sayesinde bir iş bulabildim.

ball game
elbow
enterprise

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

{i} service

The families of the factory workers need schools, hospitals, and stores, so more people come to live in the area to provide these services, and thus a city grows. - Fabrika işçilerinin ailelerinin okullara, hastanelere ve mağazalara ihtiyaçları vardır, bu yüzden bu hizmetleri sağlamak için daha fazla insan bölgede yaşamak için gelir. Böylece bir şehir gelişir.

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

things to do

I've got better things to do than to keep track of what Tom's doing. - Tom'un yaptıklarını izlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

I've got better things to do than to sit here listening to your gossip. - Burada oturup senin dedikodunu dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

The handyman was supposed to arrive at twelve noon, but got stuck in a traffic jam for a few hours. - İşçinin öğle on ikide gelmesi bekleniyordu fakat birkaç saattir bir trafik sıkışıklığında sıkıştı.

load

I have loads of things to do. - Yapacak bir sürü işim var.

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

incumbency
piece of work

Tom is a real piece of work. - Tom işin gerçek bir parçası.

He's a real piece of work. - O, işin gerçek bir parçası.

{i} works

He works best at this job. - O, eniyi bu işi yapar.

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işler
{i} doings
işler açılmak
for trade to become brisk
işler becermek
to be up to no good
işler halde
(Hukuk) operational
işler nasıl?
how's work?
işler omurga
centreboard [Brit.]
işler omurga
(gemi) centerboard
karanlık işler yapmak
traffic
karmaşık işler
wheels within wheels
karışık işler
wheels within wheels
koruyucu işler
protective works
mali işler konseyi
(Hukuk) financial affairs council
mali işler sorumlusu
treasurer
mekanik işler
mechanical operations
riskli işler yapmak
(deyim) stick one's chin out
sivil işler anlaşması
(Askeri) civil affairs agreement
sivil işler birliği
(Askeri) civil affairs unit
sivil işler grubu; müşterek adres grubu
(Askeri) civil affairs group; collective address group
sivil işler tahsisatı
(Askeri) civil appropriation
siyasi işler komitesi
political affairs committee
sürüncemede kalan işler
leeway
sıhhi işler
samitary affairs
sıradan işler
routine

They became acquainted with the routine. - Sıradan işlerle tanıştılar.

ters işler yapmak
to get the cart before the horse
ufak tefek işler
odd jobs
ufak tefek işler yapan adam
oddman
ufak tefek işler yapmak
job
yarım kalmığ işler
backlog
yarım kalmığ işler
loose ends
yarım kalmış işler
backlog
yollu yolsuz işler
unlawful activity, monkey business
zor ve sıkıcı işler
chores
çalışma ve sosyal işler
(Hukuk) labour and social affairs
önemli işler
(Ticaret) high affairs
التركية - التركية
(Hukuk) UMUR
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
alet işler el övünür
İnsan ne iş yaparsa yapsın, ne kadar usta olursa olsun, o iş için gerekli araç ve gereç olmadan başarı elde edemez. Durum bu kadar açık olduğu hâlde, araç ve gereci bir tarafa atıp kendi ustalığı ile övünmekten geri durmaz
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
işler
(Osmanlı Dönemi) umûr
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB