I met him quite unexpectedly.
- Onunla oldukça beklenmedik bir şekilde tanıştım.
We had unexpected visitors.
- Beklenmedik ziyaretçilerimiz vardı.
He was confused by the abrupt question.
- Beklenmedik soru karşısında kafası karışmıştı.
This is an unexpected surprise.
- Bu beklenmedik bir sürpriz.
What an unexpected surprise!
- Ne beklenmedik bir sürpriz!
That is an improbable coincidence.
- O beklenmedik bir rastlantı.
Suddenly, something unexpected happened.
- Birden beklenmedik bir şey oldu.
You can't expect me to always think of everything!
- Her zaman her şeyi düşünmemi bekleyemezsin.
Did that hotel meet your expectations?
- Otel beklentilerini karşıladı mı?
Can you hold on a little longer?
- Biraz daha bekler misiniz?
Please hold on a moment.
- Lütfen biraz bekleyin.
Hang on a minute. There's quite a few black chess pieces over there.
- Biraz bekleyin. Orada fazlasıyla siyah satranç taşı var.
Hang on a minute. I'll call Jimmy.
- Bir dakika bekle. Jimmy'yi arayacağım.
The number of students who were late for school was much smaller than I had expected.
- Okula geç kalan öğrencilerin sayısı beklediğimden çok daha azdı.
The math homework proved to be easier than I had expected.
- Matematik ev ödevi beklediğimden daha kolay çıktı.
You shouldn't wait here.
- Burada beklememen gerekir.
Carlos waited a moment.
- Carlos bir müddet bekledi.
Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it.
- Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.
Tom hit the pause button.
- Tom bekletme butonuna bastı.
Please wait for me at the station.
- Lütfen beni istasyonda bekleyin.
Please wait for five minutes.
- Lütfen beş dakika bekle.
Awaiting your quick response . . .
- Hızlı yanıtın bekleniyor.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
Tom told me he had nothing to look forward to.
- Tom bana sabırsızlıkla beklediği bir şeyi olmadığını söyledi.
I'll look forward to it.
- Onu sabırsızlıkla bekleyeceğim.
We need to bide our time.
- Zamanımızı beklemeliyiz.
We just need to bide our time.
- Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.
Five patients were in the waiting room.
- Bekleme salonunda beş hasta vardı.
There were five patients in the waiting room.
- Bekleme salonunda beş hasta vardı.