a way of acting or behaving

listen to the pronunciation of a way of acting or behaving
الإنجليزية - التركية
oyunculuk ya da davranan bir yolu
manner
tavır ve hareket
manner
{i} usul
manner
biçim

Kim çok çekici bir biçimde giyinmiş. - Kim is dressed in a very attractive manner.

Telefon soygunu olağanüstü bir biçimde engellendi. - Phone robbery thwarted in unusual manner.

manner
davranış

Dennis'in kaba davranışları yoktur. - Dennis doesn't have rough manners.

Onun davranışları bir centilmen tavrı değildir. - His manners are not those of a gentleman.

manner
tarz

Onun konuşma tarzını sevmedi. - He did not like her manner of speech.

Onun konuşma tarzı benim sinirlerimi bozuyor. - Her manner of speaking gets on my nerves.

manner
{i} tavır

Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer. - Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father.

Onun tavırları bir beyefendinin tavırları değil. - His manners aren't those of a gentleman.

manner
terbiye

Bir konser sırasında konuşmak terbiyesizliktir. - It's bad manners to talk during a concert.

Dolu ağzınla konuşmak terbiyesizlik olması gerekiyor. - It's supposed to be bad manners to talk with your mouth full.

manner
her zamanki konuşma ve hareket şekli
manner
all manner of her seşit
manner
asl
manner
her halde
manner
{i} ton
manner
{i} hareket tarzı

Onun hareket tarzını sevmiyorum. - I don't like her manner.

manner
{i} çoğ. örf, töre
manner
{i} eda
manner
görgü

Bu kitap Amerika'nın görgü ve gelenekleri üzerinedir. - This book is on the manners and customs of America.

Onun görgü yokluğu yüzünden dehşete düştüm. - I was appalled by her lack of good manners.

manner
(isim) davranış, tutum, tavır, hareket tarzı, ton, tarz, eda
manner
{i} çeşit
الإنجليزية - الإنجليزية
manner
a way of acting or behaving

    الواصلة

    a way of act·ing or behaving

    التركية النطق

    ı wey ıv äktîng ır bîheyvîng

    النطق

    /ə ˈwā əv ˈaktəɴɢ ər bəˈhāvəɴɢ/ /ə ˈweɪ əv ˈæktɪŋ ɜr bɪˈheɪvɪŋ/
المفضلات