Tom cebinden pembe bir hap şişesi çıkardı.
 - Tom took a bottle of pink pills out of his pocket.
Resim bir iğne ile tutturuldu.
 - The picture was held on by a pin.
Bir toplu iğne düşüşünü bile duyabilirdin.
 - You could have heard a pin drop.
Bir toplu iğne düşüşünü bile duyabilirdin.
 - You could've heard a pin drop.
Bir toplu iğne düşüşünü bile duyabilirdin.
 - You could have heard a pin drop.
Pinokyo'nun bacakları o kadar sertti ki onları hareket ettiremiyordu.
 - Pinocchio's legs were so stiff that he could not move them.
Mary'nin kedisi o kadar tatlı ki onun kucağımda kıvrılıp yatmasını gerçekten umursamıyorum fakat pençeleriyle bacaklarımı ovmakta ısrar etme tarzı bana iğne yastığı gibi hissettiriyor.
 - Mary’s cat is so sweet that I really don’t mind him curling up in my lap, but the way he insists on kneading my legs with his claws makes me feel like a pincushion.