The two men understood one another perfectly, and had a mutual respect for each other's strong qualities.
- İki insan birbirlerini mükemmel şekilde anlıyorlardı, ve birbirlerinin güçlü niteliklerine karşılıklı saygıları vardı.
He is a good boy, and he is strong.
- O, iyi bir çocuktur ve güçlüdür.
What would happen if two powerful nations with different languages - such as United States and China - would agree upon the experimental teaching of Esperanto in elementary schools?
- Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi farklı dilleri olan iki güçlü devlet ilköğretim okullarında Esperanto deneysel öğretimi üzerinde anlaşmaya varsalardı ne olurdu?
Japan was becoming more powerful in Asia.
- Japonya Asya'da daha güçlü hale geliyordu.
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.
He was a forceful leader.
- O, güçlü bir liderdi.
New Year shrine visit; which shrines are potent?
- Yeni yıl türbe ziyareti; hangi türbeler güçlüdür.
This snake's venom is very potent.
- Bu yılanın zehiri çok güçlü.
Such drastic economic growth cannot be sustained.
- Böyle güçlü ekonomik büyüme sürdürülemez.
The strong wind indicates that a storm is coming.
- Güçlü rüzgar bir fırtınanın geleceğini gösterir.
Sami shared his powerful story.
- Sami güçlü hikayesini paylaştı.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Tom owns a high-powered rifle.
- Tom'un yüksek güçlü bir tüfeği var.
Dan was known to have high-powered weapons.
- Dan'ın yüksek güçlü silahlara sahip olduğu biliniyordu.
Our friendship remained firm.
- Bizim dostluğumuz güçlü kaldı.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.
- Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.
The slave has his pride; he agrees to obey only the most vigorous despot.
- Kölenin gururunu vardır; o sadece en güçlü despota itaat etmeyi kabul eder.
Paul is more vigorous than Marc.
- Paul Marc'tan daha güçlü.
The music alone wasn't enough to give voice to his feelings. A mighty choir was required!
- Müzik tek başına duygularına ses vermek için yeterli değildi. Güçlü bir koro gerekiyordu!
Japan is a mighty nation.
- Japonya güçlü bir ulustur.
She chose the most spirited horse in the stable.
- O, ahırdaki en güçlü atı seçti.
He has an acute sense of observation.
- O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
Tom is barely able to stay awake.
- Tom güçlükle uyanık kalabildi.
Since he was able to walk so far, he must have strong legs.
- Bu kadar uzağa yürüyebildiği için, o güçlü bacaklara sahip olmalı.
He is stronger than I am.
- O benden daha güçlüdür.
Turkey was stronger than Greece.
- Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü.
Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923.
- Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.
In critical moments even the very powerful have need of the weakest.
- Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.
Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar.
- Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
What happens when an unstoppable force hits an unmovable object?
- Durdurulamayan bir güç sabit bir cismi vurursa ne olur?
The Japanese military forces seemed too strong to stop.
- Japon askeri güçleri durdurmak için çok güçlü görünüyordu.
Oh Tom, you big, strong man! Come here and kiss me! I'm sorry! I'm married!
- Ah Tom, sen büyük, güçlü adamsın! Buraya gel ve beni öp! Üzgünüm! Ben evliyim!
Even the mightiest of empires comes to an end.
- En güçlü imparatorlukların bile sonu gelir.
Japan is a mighty nation.
- Japonya güçlü bir ulustur.
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
Hercules had strong muscles.
- Herkül'ün güçlü kasları vardı.
He muscled his way through the crowd.
- Kalabalığın içinde güçlükle ilerledi.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
The old woman climbed the stairs with difficulty.
- Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı.
His poems are difficult to understand.
- Onun şiirlerini anlamak güçtür.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Imperialism is an ideology and practice of powerful groups trying to secure or expand their privileges via dominating other groups.
- Emperyalizm, güçlü zümrelerin başka topluluklara hükmederek imtiyazlarını koruyup genişletmeye çalıştığı ideoloji ve pratiktir.
Tom could barely hear what Mary was trying to say.
- Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını güçlükle işitebiliyordu.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict.
- Bu Birleşmiş Milletler kararı İsrail'in silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal edilen bölgelerden çekilmesini istemektedir.
Germany then had a powerful army.
- O zaman Almanya'nın güçlü bir ordusu vardı.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.