By September I will have known her for a whole year.
- Eylül ayı itibarıyla tam bir yıldır onu tanıyoruz.
The patrol cars cover the whole of the area.
- Devriye arabaları alanının tamamını kapsamaktadır.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
We want complete sentences.
- Tam cümleler istiyoruz.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
It's exactly what I wanted.
- O, tam olarak benim istediğimdir.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
He fully realizes that he was the cause of the accident.
- Kazanın sebebi olduğunun tamamen farkındadır.
The facts weren't properly understood.
- Gerçekler tam olarak anlaşılmadı.
Did you clean your room properly? There's still dust over here.
- Odanı tam olarak temizledin mi? Burada hala toz var.
When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
- Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
- Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
Tom claims he can accurately predict the future.
- Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.
He accurately described what happened there.
- Ne olduğunu tam olarak anlattı.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
I was right there with Tom at the time.
- Ben o zaman Tom'la birlikte tam oradaydım.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
He reported fully what he had seen to the police.
- O, ne gördüğünü polise tam olarak bildirdi.
Your ideas are all out of date.
- Sizin fikirleriniz tamamen çağ dışıdır.
He was detected in the very act of stealing.
- O, tam çalma anında tespit edildi.
Never give up till the very end.
- Tam sonuna kadar vazgeçme.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
Due to the rain, my plans were completely mixed up.
- Yağmur nedeniyle planlarım tamamen karıştı.
That's not entirely correct.
- Bu tam olarak doğru değil.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
He is not entirely without courage.
- O, tamamen cesaretsiz değil.
See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
- Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
The traffic was very heavy. The cars were lined up bumper to bumper.
- Trafik çok yoğundu. Arabalar tampon tampona dizilmişti.
This is the very video I have been looking for.
- Bu tam aradığım video.
Be at the station at 11 o'clock sharp.
- Tam 11:00'de istasyonda olun.
The meeting will start at four o'clock sharp.
- Toplantı tam dörtte başlayacak.
I couldn't say when exactly in my life it occurred to me that I would be a pilot someday.
- Bir gün pilot olma fikrinin hayatımda tam olarak ne zaman oluştuğunu söyleyemem.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
The first stage of the operation has been accomplished.
- Operasyonun ilk aşaması tamamlandı.
They accomplished their mission.
- Onlar misyonlarını tamamladılar.
Tom sat alone, staring straight ahead.
- Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
She told the joke with a completely straight face.
- O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
I don't think that's quite true.
- Onun tamamen doğru olduğunu sanmıyorum.
The statement is not wholly true.
- İfade tamamen gerçek değil.
I'm dead against the plan.
- Ben plana tamamen karşıyım.
The party was perfectly deadly.
- Parti tamamen sıkıcıydı.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
Tom arrived precisely on time.
- Tom tam zamanında geldi.
Death is an integral part of life.
- Ölüm hayatın tamamlayıcı bir parçasıdır.
Tom knows precisely what he's doing.
- Tom ne yaptığını tam olarak biliyor.
What precisely are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
It must bother you to have taken a bad master. I'm stupid too. So, it's all right.
- Kötü bir öğretmene sahip olmak sizi rahatsız ediyor olmalı. Ben de aptalım. Öyleyse, tamam.
Tom arrived at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
It's all clear to me now.
- O şimdi tamamen benim için temiz.
Where a painting's general sense seems clear, moreover, the exact decoding of its content remains in doubt.
- Bir resmin genel anlamı açık görünse de, buna rağmen, onun içeriğinin tam çözümü şüpheli kalır.
What you said is absolute nonsense.
- Dediğin şey tamamen saçmalıktır.
It's an absolute waste of time to wait any longer.
- Daha fazla beklemek tam bir zaman kaybıdır.
The detective questioned literally thousands of people about the incident.
- Dedektif olay hakkında binlerce insanı tam olarak sorguladı.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
Tom looks totally wiped out.
- Tom tamamen yok olmuş görünüyor.
Lunar eclipses can be total or partial.
- Güneş tutulmaları tam ya da bölümlü olabilir.
I do not quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
I don't quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
The police thoroughly searched the house.
- Polis evi tamamen aradı.
I checked Tom thoroughly.
- Tom'u tamamen kontrol ettim.
It wasn't quite that simple.
- O tam olarak o kadar basit değildi.
After the botched gallbladder surgery, the patient was filled with bile, both figuratively and literally.
- Berbat safra kesesi ameliyatından sonra, hasta hem mecazi olarak hem de kelimenin tam anlamıyla, safra ile doluydu.
Does the city literally owe its existence to Mussolini?
- Şehir varlığını tam anlamıyla Mussolini'ye mi borçlu?
Tom had Mary's undivided attention.
- Tom Mary'nin tam ilgisine sahipti.
Tom didn't sound entirely convinced.
- Tom tamamen ikna olmuş görünmüyordu.
People tend to only compliment you on your language ability when it's apparent that you still don't quite sound like a native speaker.
- İnsanlar hâlâ tamamen bir yerli konuşucu gibi ses çıkarmadığın aşikar olduğunda sadece dil yeteneğiniz üzerine size iltifat etmek eğilimindedir.
Would you have time to fix this flat tire now?
- Senin bu patlak tekeri şimdi tamir etmek için zamanın olur muydu?
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
The plane arrived exactly at nine.
- Uçak tam olarak dokuzda vardı.
What exactly are you doing?
- Tam olarak ne yapıyorsun?
I don't quite understand what you are saying.
- Söylediğini tam olarak anlamıyorum.
Tom couldn't quite make out what the sign said.
- Tom işaretin ne anlama geldiğini tam olarak çıkaramadı.
He said he was already more than fifty years old, fifty five, to be precise.
- O çoktan elli yaşından daha fazla olduğunu, tam olarak elli beş olduğunu söyledi.
-I think police officers earn £32,000 and teachers earn £36,000 a year.
Well, I'd say the other way round. 32 for the teacher and 36 for the police officer. (Headway Intermediate).
America did not invent human rights. In a very real sense, it is the other way round. Human rights invented America.
- Amerika insan haklarını icat etmedi. Gerçek anlamda, tam tersidir. İnsan hakları Amerika'yı icat etti.
Our relationship is strictly professional.
- İlişkimiz tam anlamıyla profesyonel.
His speech was an unmitigated disaster.
- Onun konuşması tam anlamıyla bir felaketti.
He completely failed to understand why she got angry.
- O onun niçin kızdığını tam olarak anlamadı.
Tom wasn't completely happy with the settlement.
- Tom yerleşimden tam olarak mutlu değildi.
I thought he was busy, but on the contrary he was idle.
- Onun meşgul olduğunu sanıyordum ama tam tersine boştaydı.
He's not lazy. On the contrary, I think he's a hard worker.
- O tembel değildir, tam tersine sıkı çalışan biri olduğunu düşünüyorum.
I'm totally and completely in love with you.
- Tamamen ve tam anlamıyla sana âşığım.
I accepted the offer after due consideration.
- Tam olarak düşündükten sonra teklifi kabul ettim.
We are fully aware of the importance of the situation.
- Durumun önemli olduğunun tam olarak farkındayız.
In order to fully understand how a word is used, it needs to be used in many different contexts.
- Bir kelimenin nasıl kullanıldığını tam olarak anlamak için, onun birçok farklı içeriklerde kullanılması gerekir.
I remember last night perfectly.
- Dün geceyi tam olarak hatırlıyorum.
This dress fits me perfectly.
- Bu elbise bana tam olarak uyuyor.
It takes literally a minute to make the sauce.
- Sos yapmak tam olarak bir dakika sürer.
I took what she said literally.
- Onun söylediğini tam olarak anladım.
Tom knows precisely how Mary feels.
- Tom Mary'nin nasıl hissettiğini tam olarak biliyor.
I know precisely what you are feeling.
- Ne hissettiğini tam olarak biliyorum.
Everything's just like before.
- Her şey tam anlamıyla önceki gibi.
I just adore your new hat.
- Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum.
I don't remember my grandmother's face accurately.
- Ben büyük annemin yüzünü tam olarak hatırlamıyorum.
Tom claims he can accurately predict the future.
- Tom geleceği tam olarak tahmin edebildiğini iddia ediyor.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
Well, that's not quite true.
- Şey, bu tam olarak doğru değil.
Tom knew right where he was going.
- Tom nereye gittiğini tam olarak biliyordu.
Tom is exactly right.
- Tom tam olarak haklı.
You say one thing and then act just the opposite.
- Bir şey söylüyorsun ve sonra tam tersini yapıyorsun.
When I was a teenager I had lots of hair on my head and none on my chest. Now it's just the opposite.
- Ben gençken kafamda bir sürü saçım vardı ve göğsümde hiç. Şimdi tam tersi.