The seller weighs the cheese on the copper scales.
- Satıcı bakır ölçeklerde peynir tartıyor.
After considerable argument, the buyer and the seller finally came to terms.
- Hatırı sayılır bir tartışmadan sonra, alıcı ve satıcı anlaşmaya vardı.
Look but don't touch, says the fruit vendor.
- Meyve satıcısı Bak ama dokunma diyor.
I bought that from a street vendor.
- Ben onu bir sokak satıcısından satın aldım.
That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition.
- O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.
The dealer wants to sell a car.
- Satıcı bir araba satmak istiyor.
He disguised himself as a salesman and visited her house.
- Bir satıcı olarak kimliğini gizledi ve onun evini ziyaret etti.
He disguised himself as a salesman and visited her house.
- O bir satıcı kılığına girdi ve onun evini ziyaret etti.
He's a dishonest salesperson.
- Bu, dürüst olmayan bir satıcı.
The peddler carried a big bundle on his back.
- Seyyar satıcı sırtında büyük bir paket taşıyordu.
The shopkeeper urged me to buy it.
- Satıcı onu almam için ısrar etti.
The peddler carried a big bundle on his back.
- Seyyar satıcı sırtında büyük bir paket taşıyordu.
Sellers and buyers are anonymous and very hard to recognize.
- Satıcılar ve alıcılar anonimdir ve tanımak çok zordur.
There were cotton candy vendors in the shrine.
- Türbede pamuk şekeri satıcıları vardı.
When I was younger I thought that ice cream vendors could eat as much ice cream as they wanted for free.
- Gençken dondurma satıcılarının istedikleri kadar dondurma yiyebileceklerini düşünüyordum.