iyice

listen to the pronunciation of iyice
Турецкий язык - Английский Язык
quite

It's quite difficult to master Arabic. - Arapçayı iyice öğrenmek oldukça zordur.

over

Give me some time to think it over. - Onu iyice düşünmem için bana biraz zaman ver.

We went over the house thoroughly before buying it. - Satın almadan önce evi iyice inceledik.

widely
wide
plainly
sheerly
solidly
fairly
well enough

If you can't explain it simply, you don't understand it well enough. - eğer basitçe açıklayamıyorsan, onu iyice anlayamamışsın.

completely
thoroughly

Tom was thoroughly depressed. - Tom iyice depresifti.

Wash the quinces thoroughly. - Ayvaları iyice yıkayın.

goodish, rather well, fairly good; thoroughly, completely, fully
rather good
proper

Sometimes you should sometimes make a mistake to be properly understood. - Bazen iyice anlamak için hata yapmalısın.

tolerably
goodish
pretty good, rather well, fairly good
tolerable
fair
well

Tom is well aware of what is going on at the office. - Tom ofiste olanların iyice farkında.

Wash your hands well. - Ellerinizi iyice yıkayın

properly

Sometimes you should sometimes make a mistake to be properly understood. - Bazen iyice anlamak için hata yapmalısın.

jolly well
clean

I'll give the room a good cleaning. - Odayı iyice temizleyeceğim.

fully
complete
thoroughly, completely, carefully
iyi
decent

Tom can't seem to find a decent job. - Tom iyi bir iş bulamıyor gibi görünüyor.

You had better go there in decent clothes. - Oraya uygun elbiselerle gitsen iyi olur.

iyi
well

John can't speak French well. - John, Fransızcayı iyi konuşamıyor.

That tie suits you very well. - Bu kravat sana çok iyi uyuyor.

iyi
{s} good

This is a good book, but that is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

I haven't a very good dictionary. - Benim çok iyi bir sözlüğüm yok.

iyi
fine

He became the finest actor on the American stage. - O, Amerikan sahnesinde en iyi aktör oldu.

Guinness is the finest of beers. - Guinness biraların en iyisidir.

iyice düşünmek
ponder
iyice düşünüp taşınmak
consider
iyice anlamak
penetrate
iyice benzetmek
clobber
iyice bilmek
understand
iyice doldurmak
saturate
iyice düşmek
bottom out
iyice düşünmek
pore on
iyice düşünmek
think something over
iyice düşünmek
think over
iyice düşünmek
cogitate
iyice emdirmek
engrain
iyice eskimiş
well-worn
iyice eskimiş
well worn
iyice gerilmiş
tight
iyice gerilmiş (ip/tel vb)
taut
iyice görülmeyen
indistinct
iyice incelemek
scan
iyice incelemek
scrutinise
iyice kavramak
penetrate
iyice kurutmak
dry up
iyice tatbik etmek
register
iyice yerleşmek
take root
iyice yerleştirmek
embed
iyice ıslatmak
impregnate
iyice ıslatmak
drench
iyice yerleşmek
to well-established
iyice anlaşılmış
well established
iyice araştıran
scrutiniser
iyice araştıran
scrutinizer
iyice açılmış
spread
iyice ağlamak
have a good weep
iyice bakmak
get an eyeful of
iyice biliyorum ki
to my certain knowing
iyice bilmek
to be sure, be certain (about)
iyice cilalamak
polish up
iyice düşündükten sonra
on second thoughts
iyice düşünmek
pore
iyice düşünmek
to think sth over, to cogitate
iyice düşünmek
worry out
iyice düşünülmüş
well-advised
iyice düşünülmüş
advised
iyice düşünüp
advisedly
iyice gözden geçirmek
get an eyeful of
iyice inceleme
scrutinizing
iyice inceleme
scrutinising
iyice incelemek
get to the bottom of
iyice incelenmiş
scrutinised
iyice inceleyen
scrutinizer
iyice inceleyen
scrutiniser
iyice izah etmek
dot the I's
iyice karıştırmak
homogenize
iyice parlatmak
polish up
iyice tahmin edilen
well-predicted
iyice temizlemek
clean down
iyice vakıf olmak
have a good grasp of
iyice yerleşmiş
firmly established
iyice yerleştirilmiş
imbedded
iyice çalkalamak
give someting a good rinse
iyice ıslatmak
wet through
iyiden iyiye, iyice
from good to better, well
iyi
{s} kind

I am grateful to you for your kindness. - İyiliğiniz için size minnettarım.

I'll never forget your kindness as long as I live. - İyiliğini yaşadığım sürece unutmayacağım.

iyi
{s} just

Love isn't a game, so you can't just cherry pick the best bits! - Aşk bir oyun değildir, bu nedenle sadece en iyi parçaları seçemezsiniz!

The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath. - Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.

iyi
all right

Cheer up! It will soon come out all right. - Neşelen! Yakında her şey iyi olacak.

As long as we love each other, we'll be all right. - Birbirimizi sevdiğimiz sürece, biz iyi olacağız.

iyi
{s} alright

I'm alright if you're alright. - Sen iyiysen ben iyiyim.

I need someone to hold me and tell me everything will be alright. - Beni tutacak ve bana her şeyin iyi olacağını söyleyecek birine ihtiyacım var.

iyi
comfortable

Sometimes you have to choose between looking good and being comfortable. - Bazen iyi görünme ve rahat olma arasında seçim yapmak zorundasın.

It is better for an animal to live a comfortable life in a zoo than to be torn apart by a predator in the wild. - Bir hayvanın bir hayvanat bahçesinde rahat bir hayat yaşaması vahşi doğada bir vahşi hayvan tarafından parçalanmasından daha iyidir.

iyi
OK
iyi
decently
iyi
great

You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great. - Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.

Bob and I are great friends. - Bob ve ben çok iyi arkadaşlarız.

iyi
{i} B
(iyice) düşünmek
reflect
iyi
straight

His eyes searched my face to see if I was talking straight. - Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.

iyi
to the good
iyi
better

A laptop is better than a desktop. - Bir dizüstü, bir masaüstünden daha iyidir.

I'm feeling a lot better. - Çok daha iyi hissediyorum.

iyi
benevolent
iyi
suitable

One can hardly find a more suitable climate. - Bundan daha iyi bir ortam bulunamaz.

iyi
nicely

Tom doesn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmaz.

Tom didn't treat Mary very nicely. - Tom Mary'ye çok iyi davranmadı

iyi
up to snuff

This translation is not quite up to snuff. - Bu çeviri oldukça iyi değil.

iyi
(Konuşma Dili) copacetic
iyi
passable
iyi
kindly
iyi
cool

Relations with Canada remained correct and cool. - Kanada ile ilişkiler doğru ve iyi kaldı.

I always thought Tom was so cool. - Ben hep Tom'un çok iyi olduğunu düşündüm.

iyi
(Argo) keen
iyi
beneficent
iyi
sympathetic

A good doctor is sympathetic to his patients. - İyi bir doktor hastalarına sempatiktir.

iyi
(Konuşma Dili) up to the mark
iyi
well-

Lincoln was not well-known. - Lincoln iyi tanınmıyordu.

Benjamin Harrison's campaign was well-organized. - Benjamin Harrison'un kampanyası iyi organize edilmişti.

iyi
prolificness
iyi
(Konuşma Dili) bully for you
iyi
{s} happy

Happy birthday, Muiriel! - İyi ki doğdun, Muiriel!

Happy is a man who marries a good wife. - İyi bir eş ile evlenen bir adam mutludur.

iyi
likely

Tom said that he thought the economy was likely to get better. - Tom ekonominin muhtemelen iyileşeceğini düşündüğünü söyledi.

It is likely to be fine. - O, muhtemelen iyi olacak.

iyi
in good health, well. İ
iyi
right

The house looked good; moreover, the price was right. - Ev iyi görünüyordu, üstelik fiyat en uygundu.

Mr Ford is all right now. - Bay Ford şimdi iyidir.

iyi
goodish
iyi
bonny
iyi
{s} fair

Tom can dance fairly well, can't he? - Tom oldukça iyi dans edebilir, değil mi?

He speaks English fairly well. - O, İngilizceyi oldukça iyi konuşur.

iyi
o.k
iyi
nice

There's a nice Thai restaurant near here. - Buranın yakınında iyi bir Tayland restoranı var.

Dorenda really is a nice girl. She shares her cookies with me. - Dorenda gerçekten iyi bir kızdır, o kurabiyelerini benimle paylaşıyor.

iyi
pretty

That's a pretty good idea. - O oldukça iyi bir fikir.

Tom knows Mary pretty well. - Tom Mary'yi oldukça iyi biliyor.

iyi
up to scratch
iyi
salubrious
sütünü iyice sağmak
strip
iyi
is good
iyi
good to
iyi
a well
iyi
gratifying
iyi
agreeable
iyi
well enough

John isn't well enough to go to school today. - John, bugün okula gitmek için yeteri kadar iyi değildir.

Tom didn't do well enough on the driver's test to get a driver's license. - Tom sürücü belgesini almak için sürücü testinde yeterince iyi yapamadı.

iyi
plentiful, abundant
iyi
good; fine; well; suitable; (hava) fair, good; well; All right!, Ok!, good
iyi
sound

Tom certainly looked and sounded better than he did last month when we visited him. - Tom kesinlikle geçen ay onu ziyaret ettiğimizde göründüğünden daha iyi görünüyordu ve sesi daha iyi çıkıyordu.

It sounds pretty good. - O, oldukça iyi görünüyor.

iyi
okay

Tom did okay on the test. - Tom sınavda iyi yaptı.

I think I’m going to be okay. - Sanırım iyi olacağım.

iyi
OK, OK
iyi
agree

We all agreed it was a good idea. - Hepimiz bunun iyi bir fikir olduğunu kabul ettik.

The climate here doesn't agree with me. - Buradaki iklim bana iyi gelmiyor.

iyi
dandy
iyi
handsome

A handsome man is a good reason to go to hell. - Yakışıklı bir adam, cehenneme gitmek için iyi bir nedendir.

He is handsome. In addition, he is good at sport. - O yakışıklıdır. Ayrıca sporda iyidir.

iyi
bonzer
iyi
whole

As a whole, the plan seems to be good. - Bir bütün olarak, plan iyi gibi görünüyor.

Swimming is good exercise for the whole body. - Yüzme vücudun bütünü için iyi bir egzersizdir.

iyi
vintage
iyi
enviable
iyi
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

iyi
{f} luxuriate
kendini iyice dağıtmış
frayed at the edges
kendini iyice vermek
to concentrate (on)
Турецкий язык - Турецкий язык
İyiye yakın. Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen: "Şapkası iyice yana yıkılmıştı."- Ç. Altan
Çok, gereği gibi, nerdeyse tamamen
İyiye yakın
iyi
Bol, yararlı, kazançlı
iyi
Bol, yararlı, kazançlı. Çok
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan
iyi
istenilen nitelikleri taşıyan
iyi
İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde
iyi
Yeterli, yetecek miktarda olan: "Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum."- Y. K. Beyatlı. İstenilen, beğenilen, yerinde, yararlı, uygun bir biçimde: "Bunun çocukları iyi çıktıkları için, ölünceya kadar babalarına bakmışlar."- M. Ş. Esendal
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı: "Bir aralık iyi fal bildiğimi haremde duyurdum."- F. R. Atay
iyi
Uğurlu, hayırlı, iyilik getiren
iyi
Yerinde, uygun
iyi
Esen, sağlıklı
iyi
İstenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan, kötü karşıtı
iyi
bih
İyi
(Hukuk) BONUS
İyice
pekçe
İyice
sıkı sıkıya
İyice
sıkı sıkı
iyice
Избранное