You're a believer, aren't you?
- Sen bir inanansın, değil mi?
Islam is the second largest religion in Denmark, of which its 210,000 believers make up 3.7% of its society.
- İslam Danimarka'nın en büyük ikinci dini olup, onun 210.000 inananı toplumunun% 3.7'sini oluşturmaktadır.
It is a prevalent belief, according to a nationwide poll in the United States, that Muslims are linked with terrorism.
- ABD'de ülke çapındaki bir ankete göre Müslümanların terörle bağlantılı olduğu yaygın bir inançtır.
Atheism isn't a religious belief.
- Ateizm dinî bir inanç değildir.
I don't feel that I can trust what he says.
- Onun söylediğine inanabileceğimi zannetmiyorum.
I don't trust his story.
- Ben onun hikayesine inanmıyorum.
In other words, he is a man of faith.
- Diğer bir deyişle, o bir inanç adamı.
Faith makes all things possible.... love makes all things easy.
- İnanç her şeyi mümkün kılar....aşk her şeyi kolaylaştırır.
Tom had trouble believing that Mary would actually want to go out with him.
- Tom'un Mary'nin gerçekten onunla birlikte çıkmak isteyeceğine inanma sorunu vardı.
He has good grounds for believing that.
- Ona inanmak için onun iyi dayanakları var.
It is believed that whales have their own language.
- Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır.
Not everyone believed this plan was a good one.
- Bu planın iyi bir plan olduğuna herkes inanmadı.
It is stupid of you to believe in him.
- Ona inanman aptallıktır.
Do you believe in God?
- Allah'a inanıyor musun?
Tom seems to be unwilling to believe that Mary was the one who stole his credit cards.
- Tom onun kredi kartlarını çalanın Mary olduğuna inanmak için isteksiz görünüyor.
There may be thieves, fakers, perverts or killers in social networks. For your security, you shouldn't believe them.
- Sosyal ağlarda hırsızlar, sahteciler, sapıklar veya katiller olabilir. Güvenliğiniz için, onlara inanmamalısınız.
He didn't believe Ben's words.
- O, Ben'in sözlerine inanmadı.