kırdırmak

listen to the pronunciation of kırdırmak
Türkçe - İngilizce
(senet) discount
to have (printed sheets) folded
to have (a note) discounted
to get an advance on (one's salary)
rediscount
to have (grain) cracked
to cause to break
negotiate
to cause (someone) to break (something)
discount
cause to break
kır
prairie

Laura Ingalls grew up on the prairie. - Laura Ingalls kırda büyüdü.

kır
{i} grizzle
kırdırmak (senet)
negotiate
kır
field

Cattle were grazing in the field. - Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.

There were six sheep in the field. - Kırsalda altı koyun vardı.

kır
countryside

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

The countryside has many trees. - Kırsalda birçok ağaç vardır.

kır
Moor
kır
{s} grey
kır
{f} broke

The horse broke its neck when it fell. - Düşen at boynunu kırdı.

He broke his leg skiing. - Kayak yaparken bacağını kırdı.

kır
{i} fell

I broke my wrist when I fell on it. - Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.

Tom fell and broke his arm. - Tom düştü ve kolunu kırdı.

kır
blot
kır
wild

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

I like studying wild flowers. - Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.

kır
the country

Why do you think Tom prefers living in the country? - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

kır
the wild

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red. - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.

kır
slopes
kır
hoar
kır
breake
kır
wilderness
kır
grizzled
kır
country

Feeling tired after his walk in the country, he took a nap. - Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

kır
heath
kır
break up

Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day. - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.

kır
{f} shattering
kır
{f} broken

She is responsible for this broken window. - Bu kırık pencereden o sorumludur.

Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him. - Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.

kır
{f} break

She breaks a dish every time she washes dishes. - O her bulaşık yıkamada bir tabak kırar.

Art breaks the monotony of our life. - Sanat hayatın monotonluğu kırar.

kır
{f} breaking

I must apologize to you for breaking the vase. - Vazoyu kırdığım için senden özür dilemeliyim.

The boy admitted breaking the window. - Çocuk pencereyi kırdığını kabul etti.

kır
{f} shattered

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
shatter

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

bono kırdırmak
to discount a bond, sell it before maturity
kır
countryside, the country, rural area
kır
grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
kır
grayish
kır
moorland
kır
(Tabiat Doğa) de: Heideland heath
kır
frosty

Young plants should be protected in frosty weather. - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.

kır
grayness
kır
uncultivated and open country
kır
greyish
kır
grizzly
kır
gray

Tom was wearing a gray suit with a red tie. - Tom kırmızı kravatla gri bir takım elbise giyiyordu.

Gray goes well with red. - Gri, kırmızı ile iyi gider.

kır
bent

The bamboo bent but did not break. - Bambu eğildi ama kırılmadı.

kır
diffract
kır
rive

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
refract
kır
griseous
kır
ruffle
kır
weald
kır
knap
kır
champaign
kır
riven
Türkçe - Türkçe
Kırma işini yaptırmak
Kır
(Osmanlı Dönemi) BEYABAN
Kır
sahra
Kır
(Osmanlı Dönemi) BERİYYE
kır
Bu renkte olan. Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer: "Araba tenha, düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu."- Ö. Seyfettin
kır
Kulağı beyaz işaretli keçi
kır
Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk: "Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü."- F. R. Atay
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer: "Bizim kır evinde roman var; fakat roman dersi verecek bir edebiyat kitabı yok."- F. R. Atay
kır
Tarla
kır
Bu renkte olan
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk
kırdırma
Kırdırmak işi, ıskonta
kırdırmak