içen

listen to the pronunciation of içen
Türkçe - İngilizce
drinking

She threw her drinking husband out of the house. - O, İçki içen kocasını evden attı.

She turfed her drinking husband out of the house. - İçen kocasını evden attı.

{n} the act of swallowing liquors
On the evil effects of drinking intoxicants, s surámeraya, etc
The act of one who drinks; the act of imbibing
An entertainment with liquors; a carousal
{i} consumption of a liquid
Someone's drinking friends or companions are people they regularly drink alcohol with. see also drink. the activity of drinking alcohol
present participle of drink
The practice of partaking to excess of intoxicating liquors
Drinking in my artwork is used to establish a mood of revelry and show a lifestyle of pleasure Though there are certainly consequences to drinking like nausea and foolish acts, these situations are the type of story that I most enjoy telling They add an absurd element to normal situations and heighten the drama of the mundane There is also an art to drinking with its own vocabulary and traditions that I find interesting From the particular types of glasses to be used with drinks to the exotic recipes used for cocktails In my own experiences I have been drawn to the low end of this culture and I tend to focus on sort of sophomoric aspects like drinking straight from bottles and twist-off caps I have used drinks in several real object pieces from small cocktails to repackaged liquors
the act of consuming liquids
the act of drinking alcoholic beverages to excess; "drink was his downfall"
interior

You've done a wonderful job on the interior decoration. - İç dekorasyon üzerine harika bir iş yaptın.

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

{s} domestic

My father is a pilot on the domestic line. - Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.

Do you have a cheap flight ticket on a domestic line? - İç hatlarda ucuz bir uçak biletiniz var mı?

inner

Jupiter has four inner satellies: Metis, Adrastea, Amalthea, and Thebe. Their orbits are very close to the planet. - Jüpiterin dört iç uydusu vardır: Metis, Adrastea, Amalthea ve Thebe. Onların uyduları gezegene çok yakındır.

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

{s} internal

That politician is well versed in internal and external conditions. - O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.

That is an internal affair of this country. - O, bu ülkenin iç işidir.

içen kimse
drinker
içki içen kimse
boozer
{i} inside

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

Someone pushed me inside. - Biri beni içeri itti.

intrinsic
interrior
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous. - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

indoor

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

I stayed indoors because it rained. - Yağmur yağdığı için evde kaldım.

pipo içen kimse
smoker
{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

She will be back within a week. - O bir hafta içinde geri dönecek.

I will answer within three days. - Üç gün içinde cevap vereceğim.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

Europeans love to drink wine. - Avrupalılar şarap içmeyi sever.

quaff
{f} drinking

Drinking much is dangerous. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

We have to stop him from drinking any more. - Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.

drank

John drank many bottles of wine. - John birçok şişe şarap içti.

After taking a bath, I drank some soft drink. - Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.

stuffing
bowels
alkol içen kimse
imbiber
az yiyip içen
abstinent
bol bol yiyip içen
freeliver
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

A ghost is an outward and visible sign of an inward fear. - Bir hayalet içe dönük bir korkunun dışa dönük ve görünür işaretidir.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

No one seems to have the guts to do that anymore. - Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

Davis did not want civil war. - Davis, iç savaş istemiyordu.

There was a danger of civil war. - Bir iç savaş tehlikesi vardı.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

She doesn't drink enough breast milk. - O yeterince anne sütü içmiyor.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

peşpeşe sigara içen kimse
chain smoker
sigara içen
tobacco user
sigara içen
smoking

Banning smoking in restaurants is very popular, even with smokers! - Restoranlarda sigara içmeyi yasaklamak çok popüler, hatta sigara içenler ile!

The man who was smoking said, He doesn't come here any more. - Sigara içen adam O artık buraya gelmez dedi.

sigara içen kimse
smoker
çok içen
guzzler
Türkçe - Türkçe

içen teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı

Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Lütfen muhtevayı gözden geçiriniz ve herhangi bir mütenasip geri bildirimi veriniz. - Lütfen içeriği gözden geçiriniz ve herhangi uygun bir geri bildirim veriniz.

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
içen