kırmalı

listen to the pronunciation of kırmalı
Turkish - English
pleated
past of pleat
Having pleats
{s} folded; plaited, ruffled; arranged in sharp folds or creases
A pleated piece of clothing has pleats in it. a short white pleated skirt. a pleated skirt, dress etc has a lot of flat narrow folds
folded into pleats
kır
prairie

Laura Ingalls grew up on the prairie. - Laura Ingalls kırda büyüdü.

kır
{i} grizzle
kırmalı dântela
ruche
kırmalı dântelalı
ruched
kırmalı yaka
ruffle
kırmalı yaka
ruff
kır
field

Cattle were grazing in the field. - Sığırlar kırsalda otlanıyorlar.

I feel like dancing in the fields. - Canım kırlarda dans etmek istiyor.

kır
countryside

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

The countryside has many trees. - Kırsalda birçok ağaç vardır.

kır
Moor
kır
{s} grey
kır
{f} broke

Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him. - Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.

By whom was this window broken? - Bu pencere kim tarafından kırıldı?

kır
{i} fell

I knew I'd broken my wrist the moment I fell. - Düştüğüm anda bileğimi kırdığımı biliyordum.

I broke my wrist when I fell on it. - Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.

kır
blot
kır
wild

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

I like studying wild flowers. - Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.

kır
the country

Every summer I go to the countryside. - Her yaz kırsala giderim.

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

kır
the wild

Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red. - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

kır
slopes
kır
hoar
kır
breake
kır
wilderness
kır
grizzled
kır
country

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

Why do you think Tom prefers living in the country? - Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?

kır
heath
kır
break up

Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day. - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.

kır
{f} shattering
kır
{f} broken

She is responsible for this broken window. - Bu kırık pencereden o sorumludur.

This window has been broken for a month. - Bu pencere bir aydır kırıktır.

kır
{f} break

Art breaks the monotony of our life. - Sanat hayatın monotonluğu kırar.

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

kır
{f} breaking

This robot can hold an egg without breaking it. - Bu robot yumurtayı kırmadan tutabilir.

She forgave me for breaking her mirror. - Aynasını kırdığım için beni bağışladı.

kır
{f} shattered

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
shatter

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

belden kırmalı
articulated
kır
countryside, the country, rural area
kır
grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
kır
grayish
kır
moorland
kır
(Tabiat Doğa) de: Heideland heath
kır
frosty

Young plants should be protected in frosty weather. - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.

kır
grayness
kır
uncultivated and open country
kır
greyish
kır
grizzly
kır
gray

Gray goes well with red. - Gri, kırmızı ile iyi gider.

Tom was wearing a gray suit with a red tie. - Tom kırmızı kravatla gri bir takım elbise giyiyordu.

kır
bent

The bamboo bent but did not break. - Bambu eğildi ama kırılmadı.

kır
diffract
kır
rive

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
refract
kır
griseous
kır
ruffle
kır
weald
kır
knap
kır
champaign
kır
riven
Turkish - Turkish
Üstünde kırmaları bulunan (giysi), pilili
Kır
(Osmanlı Dönemi) BEYABAN
Kır
sahra
Kır
(Osmanlı Dönemi) BERİYYE
kır
Bu renkte olan. Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer: "Araba tenha, düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu."- Ö. Seyfettin
kır
Kulağı beyaz işaretli keçi
kır
Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk: "Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü."- F. R. Atay
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer: "Bizim kır evinde roman var; fakat roman dersi verecek bir edebiyat kitabı yok."- F. R. Atay
kır
Tarla
kır
Bu renkte olan
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk
kırmalı
Favorites