I can add many sentences in different languages.
- Farklı dillerde bir sürü cümle ekleyebilirim.
In Papua New Guinea, there are 850 different languages spoken by Papuans.
- Papua Yeni Gine'de, Papualılar tarafından konuşulan 850 farklı dil vardır.
Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases.
- Kanser tek değil fakat yüzlerce farklı hastalıklardan biridir.
She has a distinct English accent.
- Onun farklı bir İngilizce aksanı var.
Tom has a distinctive scar under his right eye.
- Tom'un sağ gözünün altında farklı bir yara izi vardı.
This artist has a very distinctive style
- Bu sanatçının çok farklı bir tarzı var.
Let's try to be discrete about this.
- Bunun hakkında farklı olmaya çalışalım.
The salts and minerals found in these mountains are quite diverse.
- Bu dağlarda bulunan tuzlar ve mineraller oldukça farklıdır.
It is an ethnically diverse school.
- Bu, etnik açıdan farklı bir okul.
The two brothers are quite unlike in their appearance.
- İki erkek kardeş görünümde oldukça farklı.
Bill is completely unlike his brother.
- Bill kardeşinden tamamen farklıdır.
The United States is a very unequal country.
- Amerika Birleşik Devletleri çok farklı bir ülke.
There are pictures on alternate pages of the book.
- Kitabın farklı sayfalarında resimler vardır.
They're in separate rooms.
- Onlar farklı odalardalar.
When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations.
- Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.
Layla and Salima lived in the same apartment, but they were very different women.
- Leyla ve Selime aynı dairede oturuyorlardı ama çok farklı kadınlardı.
Two girls and three boys live in the apartment, each one coming from a different country.
- İki kız ve üç erkek bir apartman dairesinde yaşıyor, her biri farklı bir ülkeden geliyor.
Their manner of bringing up their children is extremely unusual.
- Çocuklarını yetiştirme tarzları oldukça farklı.
The weather has been unusual this year.
- Hava bu yıl farklıydı.
When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations.
- Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.
Is this a different word or just another form of the same word?
- Bu farklı bir kelime mi yoksa aynı kelimenin başka bir hâli mi?
Elephants are divided into three different species.
- Filler üç farklı türe ayrılır.
African elephants are divided into two different species: savannah and forest elephants.
- Afrika filleri savana ve orman filleri olmak üzere iki farklı türe ayrılır.
When a word is borrowed from another language, it frequently begins by having the same meaning; but with continued use in both languages, the now separate words may accrete disparate connotations.
- Bir kelime başka dilden ödünç alındığı zaman, sık sık aynı anlama sahip olarak başlar; ancak her iki dilde de sürekli kullanımı ile, şimdi ayrı kelimeler farklı çağrışımları artırabilir.
The cancer had spread to several organs.
- Kanser farklı organlara yayıldı.
Tom is considering several possibilities.
- Tom farklı olasılıkları düşünüyor.
Your idea differs entirely from mine.
- Fikriniz benimkinden tamamen farklı.
My opinion differs from yours.
- Benim fikrim seninkinden farklıdır.
The difference is this: he works harder than you.
- Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
Difference between Facebook and Twitter is, Twitter is a microblogging service.
- Facebook ve Twitter arasındaki fark, Twitter'ın bir mikroblog servisi olmasıdır.
Tom should have done things differently.
- Tom işleri farklı şekilde yapmalıydı.
Tom should have handled the situation differently.
- Tom durumu daha farklı şekilde ele almalıydı.
Tom wants to be different.
- Tom farklı olmak istiyor.
I just want to be different.
- Sadece farklı olmak istiyorum.
It is important for English learners to remember the distinction between 'fun' and 'funny'.
- İngilizce öğrenenlerin 'eğlence ve 'eğlenceli' arasındaki farkı hatırlamaları önemlidir.
The age gap between them is rather large.
- Aralarındaki yaş farkı oldukça fazla.
Society does not encourage relationships between people who have a large age gap.
- Toplum büyük bir yaş farkı olan insanlar arasında ilişkiyi teşvik etmez.
Tom noticed something odd.
- Tom tuhaf bir şey fark etti.
Tom noticed something was odd.
- Tom bir şeyin tuhaf olduğunu fark etti.
Even if it is true, it matters little.
- Doğru olsa bile çok az fark eder.
I am looking at the matter from a different viewpoint.
- Ben bu konuya farklı bir bakış açısından bakıyorum.
The cancer had spread to several organs.
- Kanser farklı organlara yayıldı.
Diversity is what gives us strength.
- Bize güç veren şey farklılıktır.
Tom pretended not to notice.
- Tom fark etmemiş gibi davranıyordu.
Tom didn't seem to notice.
- Tom farkına varmış gibi görünmüyordu.
Tom is well aware of the odds.
- Tom ihtimallerin farkındadır.