birlikler

listen to the pronunciation of birlikler
Turkish - English
troops

British troops held that area. - İngiliz birlikleri o alanı zorla işgal ediyorlar.

The general inspected the troops. - General birlikleri denetledi.

armed forces
soldiers
birlik
association

Everyone has the right to own property alone as well as in association with others. - Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.

birlik
unity

The main idea in his speech was unity. - Konuşmasındaki ana fikir birlikti.

Unity is better than disunity. - Birlik, ayrılıktan daha iyidir.

birlik
union

The Union army shelled the city. - Birlik ordusu şehri bombaladı.

The Union soldiers fought fiercely. - Birlik askerleri şiddetle savaştı.

birlik
force

Special forces might do a lot of things that regular troops wouldn't do Like torture? I won't answer this question - Özel kuvvetler düzenli birliklerin yapmayacağı birçok şeyi yapabilir İşkence gibi mi? Bu soruya cevap vermeyeceğim.

Special forces and marriage don't go together. - Özel kuvvetler ve evlilik birlikte gitmez.

birlik
communion
birlik
brotherhood
birlik
{i} company

He came in company with his mother. - Şirkete annesiyle birlikte geldi.

With his mother out of the way, Duke was able to proceed with his plan to embezzle the money from the company. - Yoldan uzakta bulunan annesi ile birlikte, Duke şirketinden zimmetine para geçirme planına devam edebildi.

birlik
{i} pool

Tom is swimming with his kids in the pool. - Tom, çocuklarıyla birlikte havuzda yüzüyor.

birlik
concurrence
birlik
{i} legion
birlik
{i} troop

British troops held that area. - İngiliz birlikleri o alanı zorla işgal ediyorlar.

He is commander of our troops. - O, bizim birliklerin komutanıdır.

birlik
unit

The United Nations sent troops to intervene in the conflict. - Birleşmiş Milletler, anlaşmazlığa müdahale etmek için birlik gönderdi.

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

birlik
{i} body

Fadil discovered the car with Layla's dead body inside. - Fadıl arabayı içinde Leyla'nın cesediyle birlikte buldu.

Dan's body was found in a well with fifty stab wounds. - Dan'in cesedi elli tane bıçak yarasıyla birlikte bir kuyu içinde bulundu.

birlik
(Biyoloji) synapsis
birlik
concord
birlik
fellowship
birlik
(Muzik) a whole
birlik
block
birlik
(Jeoloji) assembly
birlik
(Astronomi) reseau
birlik
conjunction
birlik
concert
birlik
collective
birlik
unicity
birlik
sameness
birlik
collectiveness
birlik
(Latin) collegium
birlik
ensemble
birlik
{i} league
birlik
contingent
birlik
party

I wish I could go to the party with you. - Keşke seninle birlikte partiye gelebilsem.

I saw Tom and Mary at a party together. - Tom ve Mary'yi bir partide birlikte gördüm.

birlik
bloc
birlik
confederacy
birlik
fraternity
birlik
alliance
birlik
concomitance
birlik
consortium
birlik
college

Tom and I roomed together in college. - Tom ve ben üniversitede birlikte kaldık.

After I graduated from college, I moved back home and lived with my parents for three years. - Üniversiteden mezun olduktan sonra, eve geri taşındım ve ebeveynlerimle birlikte üç yıl yaşadım.

birlik
federation
birlik
confederation
birlik
unison
birlik
{i} syndicate
birlik
allience
birlik
{i} collaboration
birlik
unity, oneness; accord
birlik
assocation
birlik
unity; sameness, equality, similarity; union, association, corporation, confederation, alliance; combine; brotherhood, fraternity; unit, force
birlik
sameness; identity; equality; similarity
birlik
coalescence
birlik
establishment
birlik
(Hukuk) association, union, aggregate
birlik
combine
birlik
gild
birlik
one lira piece
birlik
combination
birlik
union; association; corporation; (Askeriye) unit
birlik
conference
birlik
corps

I served in the intelligence corps. - Ben istihbarat birliklerinde görev yaptım.

birlik
{i} posse
birlik
singlenuss
birlik
{i} oneness
birlik
verein
birlik
{i} Solidarity
birlik
{i} outfit
birlik
brother

Today I'll go to the cinema with Tom's brother. - Bugün Tom'un erkek kardeşiyle birlikte sinemaya gideceğim.

I went to school with your brother. - Erkek kardeşinle birlikte okula gittim.

birlik
{i} unanimity
birlik
{i} guild
birlik
formation
birlik
bund
federatif birlikler
(Hukuk) federative unions
ticari birlikler
(Hukuk) trade unions
zırhlı birlikler okulu
(Askeri) armoured forces school
birlikler
Favorites