Definition of (e) sağlam in Turkish English dictionary
- sağlam
- (Hukuk) durable
- sağlam
- sound
A sound mind in a sound body.
- Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
This is quite sound from a scientific aspect.
- Bu, bilimsel açıdan son derece sağlam.
- sağlam
- sound; healthy; strong, robust, sturdy; trustworthy, reliable, sure, safe, solid, staunch; solid, firm, durable, substantial, hardwearing; all right, in good order/condition; whole, undamaged
- sağlam
- hard
I tried hard to make them stay home, but they refused to listen to me.
- Onların evde kalmasını sağlamak için çok uğraştım fakat onlar beni dinlemeyi reddettiler.
Tom didn't have any hard evidence, but he thought Mary was the one who stole his mother's diamond ring.
- Tom'un sağlam delili yoktu, fakat o, annesinin elmas yüzüğünü çalan kişinin Mary olduğunu düşünüyordu.
- güçlü, kuvvetli, sağlam
- powerful, strong, robust
- sağlam ak
- solid flow
- sağlam olarak
- as solid
- sağlam yapı
- Rugged construction
- sağlam, sert taş
- strong, hard stone
- atını sağlam kazığa bağlamak
- to take precautions in one's business
- ayak basacak sağlam yer
- footing
- ayak basacak sağlam yer
- foothold
- ayağını sağlam basan
- sure footed
- eşekini/atını sağlam kazığa bağlamak
- to take precautions
- incecik sağlam kâğıt
- Indian paper
- incecik sağlam kâğıt
- India paper
- kaba ve sağlam ayakkabı
- brogue
- kısa ama sağlam yapılı
- stocky
- orta vadeli sürdürülebilir kamu sermayeleri için sağlam bir temel
- (Hukuk) a solid basis for sustainable public finances in the medium term
- sağlam
- valid
- sağlam
- strong, sound, secure; well-built, well-made; in good condition, undamaged
- sağlam
- gilt edged
- sağlam
- able-bodied
- sağlam
- bankable
- sağlam
- healthy
- sağlam
- consolidated
- sağlam
- cast iron
Tom has a cast iron stomach. He can eat just about anything.
- Tom'un sağlam bir midesi var. İstediği şeyi yiyebiliyor.
- sağlam
- whole
- sağlam
- secured
- sağlam
- foursquare
- sağlam
- secure
All you have to do to secure a seat is to wait in line.
- Bir koltuğu sağlama almak için yapman gereken bütün şey sırada beklemektir.
Secure your own mask before helping others.
- Diğerlerine yardım etmeden önce kendi maskeni sağlamlaştır.
- sağlam
- granitic
- sağlam
- healthy, strong
- sağlam
- calculable
- sağlam
- granite
- sağlam
- trustworthy, reliable, dependable
- sağlam
- flat footed
- sağlam
- dyed in grain
- sağlam
- hale
- sağlam
- (Konuşma Dili) most certainly, without a doubt
- sağlam
- strong
Do you think this rope is strong enough?
- Bu ipin yeterince sağlam olduğunu düşünüyor musun?
The barn was small, but it was strong.
- Ahır küçüktü ama sağlamdı.
- sağlam
- fast
- sağlam
- safe
Tom returned safe and sound.
- Tom güvenli ve sağlam döndü.
We must put safety before anything else.
- Güvenliği başka her şeyden önce sağlamalıyız.
- sağlam
- bouncing
- sağlam
- sure
I'll do everything within my power to make sure your children are safe.
- Senin çocuklarının güvende olmalarını sağlamak için gücüm dahilinde her şeyi yapacağım.
I'm just making sure.
- Ben sadece sağlama bağlıyorum.
- sağlam
- foolproof
- sağlam
- good
Don't worry. I'm sure there's a good reason why Tom isn't here yet.
- Endişelenme. Eminim, Tom'un henüz burada olmamasının sağlam bir nedeni var.
He's good at fund raising.
- O, fon sağlamada iyidir.
- sağlam
- firm
Grant refused to give them a firm promise.
- Grant onlara sağlam bir söz vermeyi reddetti.
He had a firm belief in his God.
- Tanrısına sağlam bir inancı vardı.
- sağlam adımlarla ilerlemek
- forge ahead
- sağlam ayakkabı değil
- (he's) unreliable, untrustworthy
- sağlam ayakkabı değil
- (Konuşma Dili) He's unreliable. (bir işi)
- sağlam ayakkabılık kumaş
- lasting
- sağlam basan
- sure footed
- sağlam bina
- solid build
- sağlam bir temele dayalı
- well grounded
- sağlam borç
- (Ticaret) good debt
- sağlam dokunmuş kumaş
- webbing
- sağlam hisse senedi
- floater
- sağlam irade
- iron will
- sağlam kaba kotarmak
- to reorganize (something) so that it becomes profitable or beneficial, make (something) a going concern
- sağlam karakterli
- solid
- sağlam kaya
- bedrock
- sağlam kazığa bağlamak
- to make safe/sure
- sağlam kazığa/a bağlamak
- to ensure that nothing goes wrong; to make (something) sure, certain, or safe
- sağlam olmayan
- unsecured
- sağlam olmayan
- unstable
- sağlam olmayan
- not healthy
- sağlam oturmak
- sit tight
- sağlam para
- hard currency
- sağlam raporu
- bill of health
Tom's doctor gave him a clean bill of health.
- Tom'un doktoru ona sağlam raporu verdi.
- sağlam raporu
- clean bill of health
- sağlam rüzgâr
- steady wind
- sağlam temel
- (Hukuk) sound basis, solid basis
- sağlam temeller
- hard pan
- sağlam temelli
- well grounded
- sağlam temelli
- well founded
Tom's fears were well founded.
- Tom'un korkuları sağlam temelliydi.
- sağlam vuruş
- a solid blow
- sağlam yemek
- solid meal
- sağlam yön
- head grain
- temeli sağlam
- (deyim) on a firm footing
- turp gibi sağlam
- (deyim) hale and hearty
- uçkuruna sağlam olmak
- colloq . to be chaste, not to sleep around; not to commit adultery