i̇çten

listen to the pronunciation of i̇çten
Türkisch - Englisch

Definition von i̇çten im Türkisch Englisch wörterbuch

içten
candid
içten
sincere

I sincerely hope it won't come to that. - Ona ulaşmayacağını içtenlikle umut ediyorum.

I sincerely hope that you will soon recover from your illness. - İçtenlikle umuyorum ki yakında hastalığından iyileşeceksin.

interior

Tom is an interior designer. - Tom bir iç mimar olmak istedi.

She has aspirations to become an interior decorator. - Onun iç dekaratör olma özlemleri var.

{s} domestic

I prefer to buy domestic rather than foreign products. - Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.

Would domestic peace be plunged into jeopardy? - İç barış tehlikeye girer mi?

inner

He looked confident but his inner feelings were quite different. - Emin görünüyordu fakat onun iç duyguları tamamen farklıydı.

Jupiter has four inner satellies: Metis, Adrastea, Amalthea, and Thebe. Their orbits are very close to the planet. - Jüpiterin dört iç uydusu vardır: Metis, Adrastea, Amalthea ve Thebe. Onların uyduları gezegene çok yakındır.

{s} internal

That politician is well versed in internal and external conditions. - O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.

Tom is bleeding internally. - Tom'un iç kanaması var.

içten
frank
içten
heartfelt

Peter sent heartfelt wishes to his parents. - Peter anne ve babasına içten dileklerini iletti.

Where did you acquire your deepest, most heartfelt beliefs? - Sen en derin, en içten inançlarını nerede edindin?

içten
gut
içten
genuine
içten
hearty

The whole town accorded a hearty welcome to the visitor. - Bütün kasaba ziyaretçiye içten bir karşılama yaptı.

They gave us a hearty welcome when we arrived. - Vardığımızda bizi içten karşıladılar.

içten
sincere, candid, frank, outspoken, openhearted, friendly, affable; true, unaffected, cordial, warm, heartfelt, hearty, devout; from within, from the inside
içten
cordial

They greeted each other cordially. - Birbirlerini içtenlikle selamladılar.

içten
heart to heart
içten
truly

I sincerely, truly believe that. - İçtenlikle, gerçekten ona inanıyorum.

içten
sincerely, unfeignedly
içten
deep

I deeply appreciate your advice and kindness. - Tavsiyen ve nezaketin için içten minnettarım.

He looked deeply into her eyes. - Onun gözlerine son derece içten baktı.

içten
interior
içten
deeply

She bowed deeply to me. - O beni içten selamladı.

I deeply appreciate your advice and kindness. - Tavsiyen ve nezaketin için içten minnettarım.

içten
true

True beauty comes from within. - Gerçek güzellik içten gelir.

içten
honest to god
içten
internally
içten
earnest
içten
sincerely

We sincerely apologize for our error. - Hatamız için içtenlikle özür dileriz.

I sincerely hope that you will soon recover from your illness. - İçtenlikle umuyorum ki yakında hastalığından iyileşeceksin.

içten
bona fide
içten
forthright
içten
bluff
içten
hail fellow well met
içten
inwardly
içten
childlike
içten
honest

I honestly think it's better to be a failure at something you love than to be a success at something you hate. - Nefret ettiğin bir şeyde başarılı olmaktansa sevdiğin bir şeyde başarısız olmanın daha iyi olduğunu içtenlikle düşünüyorum.

içten
faithful
içten
kindly
içten
heart whole
içten
familiar

On the one hand he is kind to everyone, but on the other hand he never behaves with too much familiarity. - Bir taraftan o herkese naziktir fakat diğer taraftan çok fazla içtenlikle davranmaz.

içten
sincere, heartfelt, unfeigned
içten
from within: Onları içten yıkacağız. We are going to destroy them from within
içten
devout
{i} inside

I opened the box and looked inside. - Kutuyu açtım ve içine baktım.

There are two zombies inside my house. - Evimin içinde iki tane zombi var.

intrinsic
içten gelen
spontaneous
içten
{s} internal

Internal combustion engines burn a mixture of fuel and air. - İçten yanmalı motorlar, yakıt ve hava karışımını yakarlar.

en içten dileklerimle
best wishes
interrior
içten
profoundly
içten gelen
cheerful
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

They took Tom to the hospital to have his stomach pumped because he ate something poisonous. - Zehirli bir şey yediği için, onlar Tom'u midesini pompalatmak için hastaneye götürdüler.

indoor

I stayed indoors because it rained. - Yağmur yağdığı için evde kaldım.

Keep the kids indoors. - Çocukları içeride tutun.

içten
outright
içten
(deyim) from the bottom of one's heart
içten
expansive
içten
chummy
içten
outspoken
içten
kind

I deeply appreciate your advice and kindness. - Tavsiyen ve nezaketin için içten minnettarım.

On the one hand he is kind to everyone, but on the other hand he never behaves with too much familiarity. - Bir taraftan o herkese naziktir fakat diğer taraftan çok fazla içtenlikle davranmaz.

içten
from the inside
{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

She will return within an hour. - O bir saat içinde geri dönecektir.

She will be back within a week. - O bir hafta içinde geri dönecek.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

I'll buy you a drink. - Sana bir içecek ısmarlayacağım.

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

quaff
{f} drinking

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

Drinking much is dangerous. - Çok fazla içmek tehlikelidir.

drank

John drank many bottles of wine. - John birçok şişe şarap içti.

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

içten
authentic
içten
warm

I think the movie is a very heart warming one. - Sanırım film içten bir filmdi.

This family gave me a warm welcome. - Bu aile bana nezaket ve içtenlikle karşıladı.

içten
inly
içten
inboard
içten
affable
içten
free
içten
artless
içten
friendly
içten
unreserved
içten
openhearted
içten
heart-to-heart
içten
on the level
içten
simple
içten gelen
heartfelt
stuffing
bowels
en içten dileklerimle
sincerely
içten
heartiest
içten
internality
içten
heartedly
içten gelme
spontaneity
içten olmak
to be sincere
içten pazarlıklı
Evil-intentioned, malevolent
en içten duygularımla
with all my heart
en içten tebriklerimle
heartiest congratulations
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

Tom doesn't have the guts to do that. - Tom'un onu yapmak için cesareti yok.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

The civil war in Greece ended. - Yunanistan'da iç savaş sona erdi.

Davis did not want civil war. - Davis, iç savaş istemiyordu.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

She is embarrassed to breastfeed in public. - O, halk içinde emzirmeye utanıyor.

She doesn't drink enough breast milk. - O yeterince anne sütü içmiyor.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

içten
honest to goodness
içten
{s} unfeigned
içten
earnest(1)
içten
{s} undesigning
içten
{s} ingenuous
içten
true hearted
içten
heartwarming
içten
{s} open
içten
willing
içten
open armed
içten
sidesplitting
içten
{s} unaffected
içten
whole hearted
içten
wholehearted
içten
open hearted
içten
{s} truthful
içten düğmeli bir tür palto
chesterfield
içten evlilik
endogamy
içten gelen
sincere
içten gelme
spontaneousness
içten içe
inwardly, secretly
içten içe
sneaking
içten içe
sneaky
içten içe güdülen
silent
içten içe kaynamak
simmer
içten içe kaynatmak
simmer
içten içe olmak
smolder
içten içe olmak
smoulder
içten içe ölçü
in to in
içten olmayan
set
içten olmayan
hollow hearted
içten pazarlıklı
sneaky, stealthy
içten pazarlıklı
sneaky and two-faced
içten pazarlıklı kimse
dissembler
içten teşekkürler
hearty thanks
içten yanma
spontaneous combustion
içten yanmalı
internal combustion+
içten yanmalı motor
internal combustion engine
içten özür
heartfelt apology
kaba saba ama içten
rough and ready
Türkisch - Türkisch
derinden
içten
Samimi
içten
En önemli, can alıcı noktadan
içten
Yürekten, candan, samimi davranarak: "Yumuşak ve içten sürdürdü konuşmasını."- T. Buğra
içten
Yürekten, candan, samimî (davranarak)
içten pazarlıklı
Gizli niyetini açıklamayan

Onun sinsi, içinden pazarlıklı, hatta hilekâr bir adam olduğunu daima düşünürdüm.- A. İlhan.

Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Portakallar yüksek vitamin muhtevasına sahiptir. - Portakalların yüksek vitamin içeriği vardır.

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
içten evlilik
bakınız: iç evlilik
içten içe
Gizli gizli, belli etmeden
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
i̇çten
Favoriten