içler

listen to the pronunciation of içler
Türkisch - Englisch
(Matematik) means
That by which something is done; a tool, device, or strategy to achieve something; as, a means to an end
Resources; riches

Some kind of writer. He didn't have to make a living; he had means.

Third-person singular simple present indicative form of mean
plural form of mean
{n} medium, method, instrument, income
You can refer to the money that someone has as their means. a person of means He did not have the means to compensate her
{i} method, way, medium; resources, funds
If you do something by means of a particular method, instrument, or process, you do it using that method, instrument, or process. This is a two year course taught by means of lectures and seminars
emphasis You use expressions such as `by no means', `not by any means', and `by no manner of means' to emphasize that something is not true. This is by no means out of the ordinary They were not finished, however, not by any means
third-person singular of mean
instrumentality used to achieve an end considerable capital (wealth or income); "he is a man of means
If someone is living beyond their means, they are spending more money than they can afford. If someone is living within their means, they are not spending more money than they can afford. The more gifts she received, the more she craved, until he was living beyond his means
If you say that something is a means to an end, you mean that it helps you to achieve what you want, although it may not be enjoyable or important itself. We seem to have lost sight of the fact that marketing is only a means to an end
A means of doing something is a method, instrument, or process which can be used to do it. Means is both the singular and the plural form for this use. The move is a means to fight crime The army had perfected the use of terror as a means of controlling the population Business managers are focused on increasing their personal wealth by any available means
formulae You can say `by all means' to tell someone that you are very willing to allow them to do something. `Can I come and have a look at your house?' --- `Yes by all means'
Resources; riches; as, a person of means
how a result is obtained or an end is achieved; "a means of control"; "an example is the best agency of instruction"; "the true way to success"
plural of mean
interior

Tom is an interior designer. - Tom bir iç mimar olmak istedi.

She has aspirations to become an interior decorator. - Onun iç dekaratör olma özlemleri var.

{s} domestic

I prefer to buy domestic rather than foreign products. - Yabancı ürünler yerine yerli ürünler almayı için tercih ederim.

My father is a pilot on the domestic line. - Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.

inner

I had my wallet stolen from my inner pocket. - İç cebimden cüzdanımı çaldırdım.

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

{s} internal

That politician is well versed in internal and external conditions. - O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.

That is an internal affair of this country. - O, bu ülkenin iç işidir.

içler dışlar çarpımı
Interior exterior multiplication
içler acısı
heartrending, heartbreaking
içler acısı
heart-rending, heartbreaking, pathetic, miserable
içler acısı
deplorable

I'm not complaining, and until now no one else has complained either, even if the the work conditions are truly deplorable. - Ben şikayet etmiyorum, ve çalışma koşulları gerçekten içler acısı olsa bile şimdiye kadar başka hiç kimse de şikayet etmedi.

They live in deplorable conditions. - İçler acısı koşullarda yaşıyorlar.

{i} inside

Outside of a dog, a book is man's best friend. Inside of a dog, it's too dark to read. - Bir köpeğin dışında, bir kitap insanın en iyi arkadaşıdır. Bir köpeğin içinde, okumak için çok karanlıktır.

Someone pushed me inside. - Biri beni içeri itti.

intrinsic
interrior
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

The stomach is one of the internal organs. - Mide iç organlardan birisidir.

Drinking on an empty stomach is bad for your health. - Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır.

indoor

I stayed indoors because it rained. - Yağmur yağdığı için evde kaldım.

Tom sometimes wears sunglasses indoors. - Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.

{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

She will be back within a week. - O bir hafta içinde geri dönecek.

Truman arrived at the White House within minutes. - Truman, Beyaz Saray'a dakikalar içinde ulaştı.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

Europeans love to drink wine. - Avrupalılar şarap içmeyi sever.

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

quaff
{f} drinking

He began his meal by drinking half a glass of ale. - Yarım bardak bira içerek yemeğine başladı.

We have to stop him from drinking any more. - Artık onu, içmekten alıkoymalıyız.

drank

After taking a bath, I drank some soft drink. - Duş aldıktan sonra biraz meşrubat içtim.

To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have. - Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

stuffing
bowels
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

We have become an intolerant, inward-looking society. - Biz hoşgörüsüz, içe dönük bir toplum olduk.

You need to look inward. - İçeriye bakman gerek.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

No one seems to have the guts to do that anymore. - Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

Davis did not want civil war. - Davis, iç savaş istemiyordu.

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom grabbed his mug and walked into the kitchen to get a refill. - Tom kupasını aldı ve yeniden doldurmak için mutfağa gitti.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

2005 was a bad year for music sector. Because Kylie Minogue caught breast cancer. - 2005, müzik sektörü için kötü bir yıldı. Çünkü Kylie Minogue meme kanserine yakalandı.

Smoking can cause breast cancer. - Sigara içmek meme kanserine neden olabilir.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

Türkisch - Türkisch

Definition von içler im Türkisch Türkisch wörterbuch

içler acısı
Çok acıklı, üzüntü veren, dramatik
Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Konuşmasının muhtevası, mevzu ile alakalı değildir. - Konuşmasının içeriği, konu ile ilgili değildir.

Tabiat, her sayfasında mühim muhteva sunan yegâne kitaptır. - Doğa, her sayfasında önemli içerik sunan tek kitaptır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR