He is a good boy, and he is strong.
- O, iyi bir çocuktur ve güçlüdür.
Everyone has both strong and weak points.
- Herkesin hem güçlü hem de zayıf noktaları vardır.
In critical moments even the very powerful have need of the weakest.
- Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.
The soldiers had more powerful weapons.
- Askerlerin daha güçlü silahları vardı.
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.
He was a forceful leader.
- O, güçlü bir liderdi.
New Year shrine visit; which shrines are potent?
- Yeni yıl türbe ziyareti; hangi türbeler güçlüdür.
Imagination is a very potent tool.
- Hayal gücü çok güçlü bir araçtır.
Such drastic economic growth cannot be sustained.
- Böyle güçlü ekonomik büyüme sürdürülemez.
The white spots on Saturn are believed to be powerful storms.
- Satürn üzerindeki beyaz lekelerin, güçlü fırtınalar olduklarına inanılır.
The strong wind indicates that a storm is coming.
- Güçlü rüzgar bir fırtınanın geleceğini gösterir.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Tom owns a high-powered rifle.
- Tom'un yüksek güçlü bir tüfeği var.
Dan was known to have high-powered weapons.
- Dan'ın yüksek güçlü silahlara sahip olduğu biliniyordu.
Our friendship remained firm.
- Bizim dostluğumuz güçlü kaldı.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Şu ağır metal kutuları taşıyacak kadar güçlüyüm.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.
- Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.
He looks very vigorous, considering his age.
- Yaşını göz önünde bulundurursak, o çok güçlü görünüyor.
Paul is more vigorous than Marc.
- Paul Marc'tan daha güçlü.
Don't talk in such a high and mighty way.
- Böyle yüksek ve güçlü şekilde konuşma.
The music alone wasn't enough to give voice to his feelings. A mighty choir was required!
- Müzik tek başına duygularına ses vermek için yeterli değildi. Güçlü bir koro gerekiyordu!
She chose the most spirited horse in the stable.
- O, ahırdaki en güçlü atı seçti.
He has an acute sense of observation.
- O güçlü bir gözlem duygusuna sahiptir.
Since he was able to walk so far, he must have strong legs.
- Bu kadar uzağa yürüyebildiği için, o güçlü bacaklara sahip olmalı.
Tom is barely able to stay awake.
- Tom güçlükle uyanık kalabildi.
Turkey was stronger than Greece.
- Türkiye, Yunanistan'dan daha güçlüydü.
Your team is stronger than ours.
- Senin takım bizimkinden daha güçlü.
What would happen if two powerful nations with different languages - such as United States and China - would agree upon the experimental teaching of Esperanto in elementary schools?
- Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi farklı dilleri olan iki güçlü devlet ilköğretim okullarında Esperanto deneysel öğretimi üzerinde anlaşmaya varsalardı ne olurdu?
Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923.
- Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar.
- Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.
In the first few hours of the battle, Union forces were winning.
- Savaşın ilk birkaç saati içinde, Birlik güçleri kazanıyorlardı.
The Japanese military forces seemed too strong to stop.
- Japon askeri güçleri durdurmak için çok güçlü görünüyordu.
Oh Tom, you big, strong man! Come here and kiss me! I'm sorry! I'm married!
- Ah Tom, sen büyük, güçlü adamsın! Buraya gel ve beni öp! Üzgünüm! Ben evliyim!
It is justice, and not might, that wins in the end.
- Sonunda kazanacak olan güç değil adalettir.
The pen is mightier than the sword.
- Kalem kılıçtan daha güçlüdür.
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
He muscled his way through the crowd.
- Kalabalığın içinde güçlükle ilerledi.
Without strong tendons, large muscles are of no use.
- Güçlü tendonlar olmadan büyük kasların kullanımı yoktur.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
His poems are difficult to understand.
- Onun şiirlerini anlamak güçtür.
He was confronted with some difficulties.
- Bazı güçlüklerle yüz yüze getirildi.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Imperialism is an ideology and practice of powerful groups trying to secure or expand their privileges via dominating other groups.
- Emperyalizm, güçlü zümrelerin başka topluluklara hükmederek imtiyazlarını koruyup genişletmeye çalıştığı ideoloji ve pratiktir.
Tom could barely hear what Mary was trying to say.
- Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını güçlükle işitebiliyordu.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
Japan's army was very powerful.
- Japonya'nın ordusu çok güçlüydü.
This United Nations resolution calls for the withdrawal of Israel armed forces from territories occupied in the recent conflict.
- Bu Birleşmiş Milletler kararı İsrail'in silahlı güçlerinin son çatışmalarda işgal edilen bölgelerden çekilmesini istemektedir.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.