Definition von -e vermek im Türkisch Englisch wörterbuch
- -e vermek
- vest in
- dert vermek
- bother
- değer vermek
- value
- sipariş vermek
- place an order
- yeniden güven vermek
- reassure
- öğüt vermek
- advise
- haber vermek
- let know
- teklif vermek
- offer
I'm here to give you a special offer.
- Size özel bir teklif vermek için buradayım.
- ara vermek
- have a break
- bilgi vermek
- inform
Television is a very important medium for giving information.
- Televizyon bilgi vermek için çok önemli bir araçtır.
- cesaret vermek
- encourage
- cevap vermek
- answer
She got up to answer the phone.
- O, telefona cevap vermek için kalktı.
You don't have to answer quickly.
- Çabucak cevap vermek zorunda değilsin.
- izin vermek
- allow
Tom stepped aside to allow Mary to pass.
- Tom Mary'nin geçmesine izin vermek için kenara çekildi.
You have to allow for the boy's age.
- Çocuğun yaşı nedeniyle izin vermek zorundasın.
- oy vermek
- vote
Tom is old enough to vote.
- Tom oy vermek için yeterince yaşlıdır.
He is not old enough to vote.
- O, oy vermek için yeterince yaşlı değil.
- selam vermek
- salute
- söz vermek
- promise
They had to promise to obey the laws of Mexico.
- Meksika yasalarına uymak için söz vermek zorunda kaldılar.
It is one thing to promise, and another to perform.
- Söz vermek bir şeydir, ve diğeri yerine getirmektir.
- vermek
- give
They wanted to give Koko a new pet.
- Koko'ya yeni bir evcil hayvan vermek istediler.
I think that girl cut her hair to give herself a new look.
- Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- avans vermek
- advance
- ders vermek
- teach
Tom wanted to teach Mary a lesson.
- Tom Mary'ye bir ders vermek istedi.
I want to teach today.
- Bugün ders vermek istiyorum.
- konferans vermek
- lecture
- mola vermek
- stop over
- ruhsat vermek
- warrant
- sert cevap vermek
- retort
- son vermek
- end
Sami wanted to end his life.
- Sami kendi hayatına son vermek istedi.
Scientists are working hard to put an end to AIDS.
- Bilim adamları AIDS'e son vermek için harıl harıl çalışıyorlar.
- yetki vermek
- authorise
- önem vermek
- care
- şekil vermek
- give shape
- ödünç vermek
- lend
I had to lend Tom money so he could pay his rent.
- Kirasını ödeyebilsin diye Tom'a parayı ödünç vermek zorunda kaldım.
Tom was kind enough to lend me the money I needed.
- Tom ihtiyacım olan parayı bana ödünç vermek için yeterince nazikti.
- haber vermek
- inform
- sipariş vermek
- order
Waiter, I'd like to order.
- Garson, sipariş vermek istiyorum.
Would you like to order?
- Sipariş vermek ister misiniz?
- önem vermek
- attach importance to
- ara vermek
- pause
- selam vermek
- greet
- son vermek
- terminate
- ders vermek
- give a lesson
- izin vermek
- warrant
- oy vermek
- ballot
Today we went to the ballot box to vote for the European Parliament.
- Bugün Avrupa Parlamentosu ile ilgili oy vermek için seçim sandığına gittik.
- yetki vermek
- warrant
- şekil vermek
- mould
- haber vermek
- report
- izin vermek
- permit
- yetki vermek
- authorize
- sipariş vermek
- give an order
- son vermek
- cease
- şekil vermek
- shape
- son vermek
- put an end
I want to put an end to the quarrel.
- Ben tartışmaya bir son vermek istiyorum.
Scientists are working hard to put an end to AIDS.
- Bilim adamları AIDS'e son vermek için harıl harıl çalışıyorlar.
- izin vermek
- let
I had to let Tom win.
- Tom'un kazanmasına izin vermek zorunda kaldım.
I opened the window to let in some fresh air.
- Biraz temiz havanın girmesine izin vermek için pencereyi açtım.
- şekil vermek
- mold
- haber vermek
- tell
- imkan vermek
- (Hukuk) enable
- değer vermek
- treasure
- iş vermek
- employ
The company employs 22 full-time staff.
- Şirket tam gün çalışan 22 personele iş vermektedir.
- zarar vermek
- impair
- değer vermek
- cherish
You must cherish your freedoms.
- Özgürlüklerine değer vermek zorundasın.
- acı vermek
- afflict
- cevap vermek
- respond
The president was nice enough to respond to my letter.
- Başkan benim mektubuma cevap vermek için yeterince kibardı.
You don't have to respond by letter.
- Mektupla cevap vermek zorunda değilsin.
- keyif vermek
- please
- kulak vermek
- hear
- hizmet vermek
- serve
This serves to show how honest she is.
- Bu onun ne kadar dürüst olduğunu göstermek için hizmet vermektedir.
The recipe serves six people.
- Yemek tarifi altı kişiye hizmet vermektedir.
- izin vermek
- consent
- para cezası vermek
- fine
- ceza vermek
- sentence
- cevap vermek
- reply
If you don't want to reply, you don't have to.
- İstemiyorsan cevap vermek zorunda değilsin.
Sorry, I still don't know enough to reply in Esperanto.
- Üzgünüm, Esperanto cevap vermek için hâlâ yeterince bilmiyorum.
- gözdağı vermek
- threaten
- karşılık vermek
- respond
Don't bother to respond.
- Karşılık vermek için rahatsız olma.
- patlak vermek
- erupt
- özel ders vermek
- tutor
- karar vermek
- make a decision
I have to make a decision.
- Bir karar vermek zorundayım.
Tom has to make a decision soon.
- Tom yakında bir karar vermek zorunda.
- güç vermek
- sustain
- hüküm vermek
- sentence
- imkân vermek
- allow
- olanak vermek
- allow
- vermek
- issue
- ilan vermek
- advertise
I don't have enough money to advertise.
- İlan vermek için yeterli param yok.
- kabak tadı vermek
- bore
- ara vermek
- suspend
- değer vermek
- dignify
- ele vermek
- betray
- güvence vermek
- reassure
- imkan vermek
- permit
- kulak vermek
- listen carefully
- salık vermek
- recommend
- söz vermek
- make a commitment
- sıkıntı vermek
- annoy
- talimat vermek
- instruct
- vaaz vermek
- preach
To preach is easier than to practice.
- Vaaz vermek uygulamaktan daha kolaydır.
- vermek
- confer
- yön vermek
- to give (someone) some guidance; to give a direction to, direction (an effort/undertaking)
- zarar vermek
- to damage, to harm, to injure, to impair
- ödünç vermek
- to lend
- ara vermek
- interrupt
I didn't want to interrupt the discussion.
- Görüşmeye ara vermek istemedim.
- el vermek
- serve
- haber vermek
- advise
- biçim vermek
- forge
- can vermek
- perish
- kulak vermek
- hark
- toprağa vermek
- bury
- yol vermek
- yield
- akıl vermek
- advise
- aynen karşılık vermek
- retort
- değer vermek
- appreciate
- zarar vermek
- do harm
- bilgi vermek
- state
- destek vermek
- identify
- acı vermek
- harrow
- akşam yemeği vermek
- dine
- ara vermek
- space
- ağzına vermek
- give smb. head
- başbaşa vermek
- confabulate
- bilgi vermek
- acquaint
- bilgi vermek
- charge
- cesaret vermek
- sustain
- ceza vermek
- punish
- değer vermek
- to esteem, appreciate
- değer vermek
- prize
- dikkatini vermek
- concentrate
- enerji vermek
- energize
- esin vermek
- reveal
- eski görevine vermek
- reinstate
- fazla değer vermek
- over estimate
- haber vermek
- 1. to tell, let (someone) know, inform. 2. to indicate that ..., show that ..., be a sign that
- haber vermek
- acquaint
- haber vermek
- herald
- haber vermek
- apprise
- hakkını vermek
- to give sb his due
- hayat vermek
- vitalize
- hesap vermek
- explain
- hesap vermek
- account for
- hüküm vermek
- judge
- ifade vermek
- testify
Layla entered the courtroom to testify.
- Leyla ifade vermek için mahkeme salonuna girdi.
Sami was there to testify against Layla.
- Sami, Leyla'ya karşı ifade vermek için oradaydı.
- imkan vermek
- make it possible
- isim vermek
- dub
- izin vermek
- enable
- işaret vermek
- cue
- kabak tadı vermek
- cloy
- karar vermek
- choose
It rests with you to decide whom to choose for the job.
- İş için kimi seçeceğine karar vermek sana kalmış.
- karar vermek
- hand down
- karar vermek
- settle on
- karşılığını vermek
- reward
- karşılığını vermek
- reciprocate
- kefaret vermek
- expiate
- keyif vermek
- (deyim) cheer up
- kilo vermek
- lose weight
Tom began to try to lose weight a few months ago.
- Tom birkaç ay önce kilo vermek için uğraşmaya başladı.
I want to lose weight.
- Ben kilo vermek istiyorum.
- kilo vermek
- slim
- kilo vermek
- to lose weight, to reduce
- komünyon vermek
- commune
- konser vermek
- perform
- kredi vermek
- trust
- kulak vermek
- harken
- kulak vermek
- heed
- mahkemeye vermek
- sue
- meydan vermek
- cause
- nefes vermek
- exhale
- notunu vermek
- size up
- patlak vermek
- explode
- poz vermek
- to pose for
- poz vermek
- to pose (for an artist or a photographer)
- rüşvet vermek
- bribe
Tom has been accused of bribery.
- Tom rüşvet vermekle suçlandı.
- soluk dışarı vermek
- exhale
- son vermek
- wind up
- söylev vermek
- discourse
- söz vermek
- pledge
- söz vermek
- make a promise
- tav vermek
- anneal
- taviz vermek
- to make a concession; to appease or conciliate (someone) by making a concession (usually at the sacrifice of one's principles)
- tepki vermek
- (Askeri) response
- velveleye vermek
- to rock the boat
- veresiye vermek
- trust
- vermek
- hand over
- vermek
- to give (something) to
- vermek
- dedicate
- vermek
- bestow
- yanlış hüküm vermek
- misjudge
- yer vermek
- allow for
- yetki vermek
- accredit
- yetki vermek
- empower
- yön vermek
- to direct
- zarar vermek
- to damage, injure, harm
- zarar vermek
- (Hukuk) to cause a damage
- önceden haber vermek
- foretell
- önceden haber vermek
- prophesy
- öncelik vermek
- prioritise
- önem vermek
- place importance
- önem vermek
- take heed of
- ünvan vermek
- dub
- şeref vermek
- dignify
- dikkatini vermek
- attend
- kulak vermek
- mind
- patlak vermek
- blow up
- ruhsat vermek
- (Kanun) let
- sertifika vermek
- certify
- çeki düzen vermek
- groom
- (nefes) alıp vermek
- exhale
- adam vermek
- man
- alarm vermek
- give the alarm
- alarm vermek
- alert
- ara vermek
- take a break
I want to take a break.
- Ara vermek istiyorum.
I don't have time to take a break.
- Ara vermek için vaktim yok.
- ara vermek
- adjourn
- ara vermek
- have break
- avans vermek
- pay in advance
- avans vermek
- pay advance
- avans vermek
- advance money
- bel vermek
- buckle
- bilgi vermek
- break news
- bilgi vermek
- gen
- bilgi vermek
- cue somebody in
- bilgi vermek
- acquaintance
- bilgi vermek
- give somebody the dope
- bilgi vermek
- detail
- bilgi vermek
- instruct
- bilgi vermek
- (Kanun) release information
- birdenbire patlak vermek
- (Dilbilim) break out
- biçim vermek
- cast
- borç vermek
- loan
- bıkkınlık vermek
- bore
- bıkkınlık vermek
- tire out
- bıkkınlık vermek
- weary
- bıkkınlık vermek
- cloy
- cesaret vermek
- abet
- cesaret vermek
- give courage