yüzmek

listen to the pronunciation of yüzmek
التركية - الإنجليزية
swim

That river is dangerous to swim in. - Bu nehir içinde yüzmek için tehlikelidir.

He went to sea to swim. - O yüzmek için denize gitti.

float

The substance is light enough to float on the water. - Bu nesne su üzerinde yüzmek için yeterince hafif.

flinch
to swim, to bathe; to float; to wallow
strike out
bathe
/içinde/ (for a garment) to be much too big for one, swallow one: Bu paltonun içinde yüzüyorum. This coat swallows me
ride
to float (on water or in the air)
/içinde/ to wallow in, swim in: Servet içinde yüzüyor. He's wallowing in wealth
/içinde/ to be covered with, be thickly coated with, be thick with: Kitaplar toz içinde yüzüyor. The books are thick with dust
shave
to swim

He went to sea to swim. - O yüzmek için denize gitti.

That river is dangerous to swim in. - Bu nehir içinde yüzmek için tehlikelidir.

go for a swim
skin

After you kill the sheep, you'll have to skin it. - Koyunu öldürdükten sonra onun derisini yüzmek zorunda kalacaksın.

yüz
hundred

When angry, count ten; when very angry, a hundred. - Kızgınsan ona kadar; çok kızgınsan yüze kadar say.

I would love to write hundreds of sentences on Tatoeba, but I've got things to do. - Tatoeba'ya yüzlerce cümle yazmak isterdim ama yapmam gereken şeyler var.

yüzme
swimming

When I was a child, I often went swimming in the sea. - Ben bir çocukken çoğu zaman denizde yüzmeye gittim.

In swimming pools, water is continuously pumped through a filter. - Yüzme havuzlarında, su sürekli olarak filtrelerden pompalanır.

yüz
face

The girl fainted, but she came to when we threw water on her face. - Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.

I don't want to see your faces. - Yüzlerinizi görmek istemiyorum.

kafa derisini yüzmek
scalp
yüzme
swim

When I was a child, I often went swimming in the sea. - Ben bir çocukken çoğu zaman denizde yüzmeye gittim.

To swim in the ocean is my greatest pleasure. - Okyanusta yüzmek benim en büyük zevkimdir.

yüz
front

The truth is in front of her face. - Gerçek onun yüzünün önünde.

Tom has bad eyes, so he always sits in the very front of the classroom. - Tom'un kötü gözleri var bu yüzden o her zaman sınıfın çok önüne oturur.

yüz
countenance
yüz
facial

Her facial expression was more sour than a lemon. - Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.

Observe his facial reaction when we mention a price. - Biz bir fiyattan bahsettiğimizde onun yüz tepkimesini gözlemle.

yüz
one hundred

One hundred, two hundred, three hundred, four hundred, five hundred, six hundred, seven hundred, eight hundred, nine hundred, one thousand. - Yüz, iki yüz, üç yüz, dört yüz, beş yüz, altı yüz, yedi yüz, sekiz yüz, dokuz yüz, bin.

The building is one hundred meters high. - Bina yüz metre yüksekliğindedir.

yüz
cheek

Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors. - Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.

My brother got cheeky. - Erkek kardeşim yüzsüzleşti.

yüz
obverse
yüz
cast of features
yüzme
natation
yüzme
swim, swimming; floating
yüzme
natatory
yüzme
{i} bathing
yüzme
floating

Dan's body was floating in the swimming pool. - Dan'ın ceseti yüzme havuzunda yüzüyordu.

yüzme
{i} flotage
deri yüzmek
skinning
deri yüzmek
flay
deri yüzmek
skin
içinde yüzmek
wallow in
servet içinde yüzmek
wallow in wealth
yüz
frontage
yüz
feature

Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father. - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.

He has really soft facial features. - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.

yüz
figure

The most important figure of mathematics of the nineteenth century is, undoubtedly, Gauss. - On dokuzuncu yüzyılın matematiğinin en önemli figürü kesinlikle, Gauss.

I figured Tom wasn't going to go, so I went. - Tom'un gitmeyeceğini düşündüm, bu yüzden ben gittim.

yüz
impudence
yüz
(Arkeoloji) façade
yüz
face side
yüz
features

He has really soft facial features. - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.

Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father. - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.

yüz
facade
yüz
frostbite
yüz
(Bilgisayar) sides

Life and death are two sides of the same coin. - Yaşam ve ölüm aynı madalyonun iki yüzüdür.

Are the Bush administration and al-Qaida the two sides of the same coin? - Bush yönetimi ve El Kaide aynı madalyonun iki yüzü müdür?

yüz
(Teknik,Tekstil) good side
yüzme
buoyancy
yüzme
float

An apple floats in water, but not a pear. - Bir elma suda yüzer ama bir armut yüzmez.

I love to float on the water. - Su üstünde yüzmeyi severim.

yüz
visage

Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust. - Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.

yüz
swam

Would you mind if I swam in your pool? - Havuzunuzda yüzebilir miyim?

Ann swam across the river. - Ann nehrin karşı tarafına yüzdü.

yüz
puss
yüz
{f} swim

I prefer swimming to skiing. - Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.

When can I swim here? - Ne zaman burada yüzebilirim?

yüz
{f} swum

I haven't swum since last summer. - Geçen yazdan beri yüzmedim.

He is the only American to have swum the English Channel. - O, İngiliz Kanalında yüzmüş tek Amerikalı.

yüz
frontispiece
yüz
snoot
yüz
{f} floating

The fisherman saved himself by means of a floating board. - Balıkçı kendini yüzen bir tahta vasıtasıyla kurtardı.

A ball is floating down the river. - Bir top nehirden aşağı doğru yüzüyordu.

yüz
physiognomy
yüz
side

I jumped into the water and swam to the other side of the river. - Suya atladım ve nehrin diğer tarafına yüzdüm.

Everyone is a moon, and has a dark side which he never shows to anybody. - Herkes bir aydır, ve hiç kimseye göstermediği karanlık bir yüzü vardır.

yüz
{f} swimming

I prefer swimming to skiing. - Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.

John is in the swimming club. - John yüzme kulübündedir.

yüzme
bathe

Bathers in Argentina were attacked by piranhas. - Arjantin'de yüzmeye gidenler piranhalar tarafından saldırıya uğradı.

tehlikeli sularda yüzmek
(deyim) Swim in dangerous waters
yüz
to face

The two lovers sat face to face, drinking tea. - İki âşık yüz yüze oturdular,çay içtiler.

Those selected will have to face extensive medical and psychological tests. - Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.

akıntı ile yüzmek
tide
ayıbalığını yüzmek
flense
ayıbalığını yüzmek
flench
balinayı yüzmek
flense
balinayı yüzmek
flench
burada yüzmek güvenli mi
Is it safe to swim here
derisini yüzmek
hide
derisini yüzmek
1. to flay, skin. 2. to rob (someone) blind. 3. to torture (someone) to death
derisini yüzmek
a) to skin, to bark b) to strip sb of sth, to clean sb out (of sth) c) to torture to dead
derisini yüzmek
excoriate
derisini yüzmek
skin out
derisini yüzmek
flay
derisini yüzmek
skin

After you kill the sheep, you'll have to skin it. - Koyunu öldürdükten sonra onun derisini yüzmek zorunda kalacaksın.

içinde yüzmek
roll in
içinde yüzmek
1. to be full of; to be covered in or with, be thick with: Şakir bit içinde yüzüyor. Şakir's covered with lice. 2. to have a great deal of, wallow in, swim in (wealth): Nazlı para içinde yüzüyor. Nazlı's wallowing in money. 3. (for an article of clothing) to be far too big for, swallow: O ceketin içinde yüzüyorsun. That sports coat swallows you
kafa derisini yüzmek
to scalp
krol yüzmek
crawl
kulaç atarak yüzmek
swim overarm
köpekleme yüzmek
dog paddle
palet (yüzmek için)
flipper
para içinde yüzmek
wallow in money
para içinde yüzmek
be rolling in money
suyun altında yüzmek
swim under water
yanlamasına yüzmek
sidestroke
yüz
sense of shame, shame: Sende hiç yüz yok mu? Have you no shame? Ne yüzle ondan böyle bir şey isteyebilirsin? How can you have the gall to ask her for such a thing?
yüz
face (the front, exposed, finished, dressed, or otherwise specially prepared surface of something): kumaşın yüzü the face of the cloth. dağın kuzey yüzü the north face of the mountain. binanın yüzü the building's façade. paltonun yüzü the outer side of the coat
yüz
cloth which encloses the stuffing of a cushion or pillow, case; mattress ticking; cloth used to cover a chair or sofa, upholstery, upholstering
yüz
face (of a person or animal)
yüz
face, mug; (bina) façade; (para, madalya, vb.) obverse; surface; impudence, cheek; facial
yüz
phiz
yüz
hecto
yüz
cutting edge, face (of a knife blade or other sharp tool)
yüz
side: ırmağın öte yüzünde on the other side of the river. problemin bu yüzü this aspect of the problem
yüz
kisser
yüz
surface: suyun yüzü the surface of the water
yüz
mien
yüz
dial

Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects. - Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.

yüz
fivescore
yüz
brow
yüz
{f} float

The boat was broken by the floating ice. - Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.

The substance is light enough to float on the water. - Bu nesne su üzerinde yüzmek için yeterince hafif.

yüz
favor

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

She didn't want to drink alcoholic drinks every day. However, beer is her favorite drink, so she drinks non-alcoholic beer every day. - Alkollü içkileri her gün içmek istemiyordu. Fakat bira onun sevdiği içkisidir, bu yüzden o her gün alkolsüz bira içiyor.

yüzme
floating, flotation
yüzme
flotation
yüzme
swimming, natation
çıplak yüzmek
to skinny-dip
çırılçıplak yüzmek
skinny dip
şnorkel ile yüzmek
schnorkel
şnorkelle yüzmek
snorkel
التركية - التركية
Kol, bacak, yüzgeç gibi organların özel hareketleriyle su yüzeyinde veya su içinde ilerlemek, durmak
Herhangi bir durumun en aşırı derecesinde olmak
Derisini çıkarmak, derisini soymak. Çok para istemek
Bir sıvının yüzeyinde batmadan durmak
Kol, bacak, yüzgeç gibi organların özel hareketleriyle su yüzeyinde veya su içinde ilerlemek, durmak: "Yüzmek bilmediği için on dakika içinde boğulmuştu."- S. F. Abasıyanık
Derisini çıkarmak, derisini soymak
Herhangi bir şeyle üzeri kaplanmak, bir şeye bulanmak
Dalgalanmak: "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak."- M. A. Ersoy
Dalgalanmak
Çok para istemek
Herhangi bir durumun en aşırı derecesinde olmak: "Hiçbir kaygının gölgelemediği bir saadet içinde yüzmektedir."- H. Taner
Yüzme sporu yapmak
(Osmanlı Dönemi) HAMR
(Osmanlı Dönemi) SAHF
yüz
Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat: "Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor."- S. F. Abasıyanık
yüz
On kere on, doksan dokuzdan bir artık
yüz
Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı
yüz
Kesici araçlarda keskin kenar
yüz
Bir şeyin ön tarafta bulunan bölümü, cephe
yüz
Yüzey, satıh
yüz
Bu sayıyı gösteren 100, C rakamlarının adı
yüz
Kez, kere kelimeleri ile birlikte kullanılarak yapılan işin çokluğunu abartmalı bir biçimde anlatır: "Hikmet Beyin kurum ve edası, her zamankinden belki yüz kat üstündü."- S. M. Alus
Yüz
(Osmanlı Dönemi) LEÇ
Yüz
duluk
Yüz
beniz
Yüzme
(Osmanlı Dönemi) AŞNA
Yüzme
(Osmanlı Dönemi) AVEMEN
yüz
Birinin görülegelen veya umulan hoşgörürlüğüne güvenilerek gösterilen cüret
yüz
Nedeniyle, sebebiyle: "Bu yüzden Fuat Köprülü ile çatışmaya başlamışlardı gazetelerde."- Y. Z. Ortaç
yüz
On kere on, doksan dokuzdan bir artık olan
yüz
Yan, taraf
yüz
Bir yapının dışa bakan düşey yüzeylerinin tümü
yüz
Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı ve bu sayıyı gösteren işaret, 100, C
yüz
Yapının cephesi
yüz
Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat
yüz
Utanma
yüz
Yastığa geçirilen kılıf
yüz
Bir şeyin görünen bölümünde kullanılan kumaş
yüz
Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm
yüz
Bir kumaşın dikiş sırasında dışa getirilen gösterişli bölümü
yüz
Nedeniyle, sebebiyle
yüz
Keskin kenar
yüz
Kez, kere kelimeleri ile birlikte kullanılarak yapılan işin çokluğunu abartmalı bir biçimde anlatır
yüz
Yapı cephesi
yüzme
Yüzmek (I, II) işi
yüzmek
المفضلات